Son günlerde ülkemizde en çok tartışılan hususun bir mahkeme kararı ve bu mahkeme kararının etkileri olması üzücü, düşündürücü ve kaygı verici olması yanında; bu mahkeme kararının siyasi boyutu da tartışmaların odak noktalarından birini oluşturuyor.

Ekrem İmamoğlu hakkında mahkemenin verdiği 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ile siyasi yasak  ile ilgili olarak mahkeme kararının hukukiliği, siyasetin etkisi ve sonuçları ile ilgili bir çok teori, senaryo ve varsayımlar ileri sürülüyor. Bunun yanında yaklaşan milletvekili seçimleri ile Cumhurbaşkanlığı seçimleri de dikkate alındığında; muhalefetin en güçlü adaylarından biri olan Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olup olamayacağı noktasında birçok soru akla geliyor.

Son Anayasa değişikliğiyle halkın iki turlu seçimle Cumhurbaşkanını seçmesinin yolu açılmıştır. Bunun yanında bir kez daha yinelemekte fayda var ki; Ekrem İmamoğlu hakkındaki karar kesinleşmeden ne hapis cezasının infazı ne de siyasi yasak mümkün ve normal şartlarda ülkedeki yargı sistemi göz önüne alınırsa en az 2 sene sürmesi beklenen bir yargılama süreci bizleri bekliyor. Buna karşın, Selahattin Demirtaş’ın dosyasında olduğu gibi bu ülke için anormal sayılacak bir sürede, 3 ayda tüm aşamalar tamamlanıp cezanın kesinleşmesi sağlanmıştı. Bu nedenle istinaf ve temyiz süreçlerinin ne kadar sürebileceği konusunda o mahkemelerde görev yapan hakimler de dahil olmak üzere kimsenin bilgi sahibi olmadığı kanaatindeyim.

Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olması halinde; adaylığının kesinleşmesinden önce hukuki sürecin tamamlanarak hakkında verilen ceza onanır ve kesinleşirse cumhurbaşkanı adayı olamayacağı açıktır. Bunun yanında adaylığının kesinleşmesinden sonra hakkında verilen kararının kesinleşmesi halinde ise; Anayasa ve kanuni düzenlemeleri irdelemek gereği ortaya çıkacaktır.

Anayasanın 101. Maddesi ile yollama yoluyla 76. Maddesinde cumhurbaşkanının seçilme yeterliliği konusunu açıklamaktadır. Bunun yanında Yüksek Seçim Kurulu’nun teşkilat kanunu ile Siyasi Partiler Kanunu’ndaki hükümlerde yine adaylık ilanı ve adaylığa itiraz ile bu itirazların karara bağlanmasını ifade etmektedir. Tüm bu hususlar yanında; özellikle son yıllarda Yüksek Seçim Kurulu’nun hukukiliği tartışmalı ve siyasi boyut taşıyan kararlarına da şahitlik ettiğimizi görmekteyiz. 16 Nisan referandumu yapıldığı gün; mühürsüz oy pusulalarının geçerliği olduğuna dair seçim günü verdiği karar; 2019 yerel seçimlerinde İstanbul büyükşehir Belediyesi seçimlerinin iptali kararı gibi kararların hukukiliği halen tartışılmaktadır. Bu kararlar neticesinde seçim sonuçları değişmiş yani halkın iradesi bir şekilde farklı yönde olması sağlanmıştır.

Bu kararlar ortada iken; önümüzdeki süreçte Yüksek Seçim Kurulu’nun ne yönde karar vereceği; bu kararının yasal dayanaklarının tartışmalı olacağı kanaatindeyim. Bunun yanında YSK Başkanı’nın kamuoyuna yansıyan açıklamalarında Ekrem İmamoğlu’nun seçilme yeterliliğine sahipken daha sonra hakkında siyasi yasak kararının kesinleşmesi halinde mazbatasını alamayacağına dair beyanı da hukuken yanlış ve eksiktir. Öncelikle böyle bir durumun olması halinde önüne geleceği bir mesele hakkında ihsas-ı rey anlamına gelecek bir açıklamada bulunmak etik olmadığı gibi kanuna da aykırıdır. Bunun yanında daha önceki örneklerde de olduğu gibi seçime girme yeterliliğine sahip bir adayın; halkın %50’sinden fazlasının oyunu alarak cumhurbaşkanı seçildiği noktada mazbatanın verilmemesi demokrasiye de hukuk devleti anlayışına da aykırıdır. Bu noktada YSK başkanının “Ceylanpınar olayı” örneği ise; gündemdeki tartışmayla bir ilgisi bulunmamaktadır. Ceylanpınar olayında; belediye başkanı seçilen kişinin mazbatası verilmiş ancak daha sonra itirazlar üzerine aday olma ve seçilme yeterliliği taşımadığı anlaşılmıştır. Bu nedenle verilen mazbata iptal edilmiştir. Şayet Ekrem İmamoğlu’nun aday olabilme yeterliliği mevcutsa bu adayın seçimi kazanması halinde mazbatasının verilmemesi halkın iradesine yargı yoluyla darbe yapılmasının bir başka örneği olacaktır. Bunun benzerini yine Ekrem İmamoğlu özelinde İstanbul seçimlerinde yaşayan Türk halkının daha sonra ders niteliğindeki tepkisi hatırlandığında bu tip kararların hiçbir anlamı olmadığı da ortadadır.

Son olarak; maalasef YSK kararlarının dava yolunun kapalı olması, siyasi baskı altında kalan kurulun hukuki dayanaktan yoksun kararları hukuk adına düşündürücü olduğu kadar ülke için de ibretlik kararlar olmaktadır. Seçime girebilen bir adayın mazbatasının verilmemesi noktasında bir kararı her ne kadar düşünmek istemesem de sadece son günlerde yaşananları dikkate aldığımızda maalesef umutlu olmak çok zor. Yapılması gereken öncelikle kurul kararlarına yargı yolunu açmak; demokrasiyi içselleştirerek halkın iradesine saygı duymaktır.

Av. Çağrı Ayhan ŞENEL