Batı medeniyeti ve Amerikan düzeni için yolun sonu görünüyor.

Bir kehanet değil bu.

Ekonomik dengeler, siyasi hareketler, sosyolojik gelişmeler bunun birer işareti.

Yolun sonunda fark edilen bu sosyal çözülmeye ve tükenmişliğe çare bulmak mümkün görünmüyor.

İçten içe çürüyen ve yıkılmaya mahkûm bir Batı Medeniyeti ile karşı karşıyayız.

Merhum Cemil Meriç bu duruma dikkat çekerken Kapitalizmin ve maddeciliğin, iskân edilen sömürgenin, son tahlilde, Batı Medeniyetinin sonunu
getirdiğini ifade eder. 

Silah, sefalet ve sömürü üzerine bina edilen, temelleri çok sağlam gibi görünen bu düzenin esasen hiç de sağlam olmadığı aşikâr.. Avrupa'da toplum, hızla bu vahim akıbete koşmaktadır.

Peki, bundan sonra nasıl bir düzen bekliyor dünyayı?

Bunun için medeniyetlerin menşei ve tarih iyi incelenip mukayese edildiğinde hakikat bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmaktadır. Medeniyetlerin beşiği olan “Doğu”. 

Doğudan yükselecek yeni bir ışık..

Zira Goethe: "Ya örs olacaksın, ya çekiç" derken, Şark, Sâdi'den Gandhi'ye kadar aksi kanaattedir; "Yemin ederim ki, dünyanın bütün toprakları bir tek insanın kanını akıtmaya değmez.”

İşte Doğudaki ışık budur. 

Yeni dünya düzeni bu ilkeler üzerine bina edilecektir. 

Asya dünyaya daha son sözünü söylemedi. 

Doğu’nun Batıdan alması gereken çok şeyler olduğu da bir gerçek. 

Asya aynı hatayı bu kez bu yapmayacaktır. 

Ama taklitçi bir hezeyanla değil, kendi kültürünü Batı'nın bilim ve tekniği ile kaynaştıracaktır bu kez.  Böylece Cemil Meriç'in "... Doğu ile Batı'yı, insan beyninin bu iki yarım küresini birleştirmek" şeklindeki hülyası da gerçek olacaktır.

“Gelecek 100 Yıl” kitabının yazarı George Friedman, yeni gelecekte doğudan yükselecek bu ışık için Türkiye’yi, Hindistan’ı ve Çin’i işaret ediyor ve büyük savaşlardan da bahsediyor. 

Geleceğe ilişkin bu tahminler doğru olabilir.

Ne şekilde olursa olsun uzun ve karanlık bir yol var önümüzde. 

Gitmeye mecbur olduğumuz bir yol. 

Öyle bir  yol ki, geçidi yok, geri dönüşü yok, menzili çok, derin suları  var..!

Eğer diyorum, Türkiye bu karanlık dehlizleri geçer, bu derin sularda boğulmaz ve bütünlüğünü muhafaza edebilirse, yeniden bir güneş gibi
doğacaktır insanlığın üzerine… 

Bunun için mahalle kavgalarını terk etmeli ve zıt fikirlere kulaklarımızı kapatmamalıyız diyorum.

Hiçbir düşünceye ve düşünene saldırmamalıyız. 

Ama elimizde öyle bir lügat olmalı ki konuştuğumuz sözlerde, tartıştığımız fikirlerde karanlık hiçbir kelime kalmamalı. Zira fikirlerimizi gerçekten anlamız buna bağlıdır. 

Kavram kargaşasının oluşturacağı bu karanlıkta, fikirlerin çarpışmasından ancak bir kaos çıkacağı ortada..

Sihirli formülümüz bu olmalı, darağacına dahi gidecek olsak her düşünceye saygı duymak zorundayız. 

Kuruntularımızı ve iftiraları aramızdan def ederek Asya’nın, Anadolu’nun büyüklüğünü dünyaya yeni bir nefesle haykırmalıyız.

Dünyanın yeniden bir barış ve huzur adası olmasını buna bağlıyorum sadece. 

Şairane bir ütopya değil bu. Yeter ki silahlarımızı iyi kullanalım. 

En mükemmel silahımızı, kalemimizi. 

Bu silahla ancak “yenidünya”nın güç merkezi olmamız mümkündür. 

Kimseyle boy ölçüşmemize gerek yok, tarihimizle yeniden yüzleşmemiz yeterlidir.

Konuyla ilgili tarihi bir sahneyi de burada dikkatinize sunmadan geçemeyeceğim;

Büyük Sultan Fatih, kuşatmanın en çetin anlarında hafakanlar içinde “ya ben Konstantinopolis’i alacağım ya  Konstantinopolis beni” diyordu..! 

Bu tarihi sözün bize vereceği çok önemli bir ders var diye düşünüyorum. 

Bu söz, var olma ya da yok olmaya dair bir sözdür.

Şimdi yeniden hayal etme vaktidir.

Bu hayal, dünyanın “şuursuz ve etnik bir toz yığını” olmaktan kurtuluşu için tek çıkar yol.

Zira “hepimiz aynı gemideyiz ve gökte kasırga bulutları var”..