1. Miras Taksim Sözleşmesi
Miras ortaklığı paylaşmayı (tasfiyeyi) amaçlar, bu nedenle geçicidir. Paylaşma ise iki şekilde gerçekleşebilir; iradi ya da yargı yoluyla. İradi olan paylaşma ise TMK’nın 676. maddesinde düzenlenen miras taksim sözleşmesi yani miras paylaşma sözleşmesi ile yapılır.
Miras taksim sözleşmesi, mirasçılar arasında yapılır. Bu nedenle çok taraflı bir sözleşmedir. Mirasçılar dışında üçüncü kişilerle yapılması mümkün değildir. Çünkü bu sözleşme ile tereke üzerindeki elbirliği ile hak sahipliğini sona erdirmek ve mirasçıların bireysel hak sahipliğini sağlamak amaçlanır. Bu nedenle terekede hak sahibi olan yasal veya atanmış tüm mirasçılar (veya temsilcileri) tarafından yapılması zorunludur.
Mirasın açılmasından paylaşımına kadar geçen süreçte terekenin her bir mirasçının payı oranında paylaşımı amaçlanır. Borçlandırıcı bir işlemdir. Mirasçılar karşılıklı taahhüt altına girerler. Tereke aktifleri zorunlu olarak paylara bölünür ve bu payların hangi mirasçıya ait olduğuna karar verilir. Tereke pasifleri yönünden ise bir zorunluluk olmayıp, istenirse aynı yöntem pasifler içinde yapılabilir. Bu yolla tereke üzerindeki elbirliği hak sahipliği sonlandırılarak, mirasçıların ferdi hak sahipliği tesis edilmiş olur.
Paylaşma sözleşmesi iki şekilde yapılabilir. Aynen (elden) paylaşma veya yazılı paylaşma sözleşmesi yoluyla.
Terekenin tümü ile mirasçılar arasında paylaşılması şeklinde yani tam paylaşma şeklinde olabileceği gibi, terekedeki bazı malların paylaşımı veya bazı mirasçıların bu yolla miras ortaklığından ayrılması şeklinde de yani kısmi paylaşma şeklinde de olabilir. Özellikle tereke borçlarının paylaşma kapsamında olması zorunlu değildir. Çünkü tereke borçları mirasçılar arasında paylaşılsa dahi bu borçlardan dolayı tüm mirasçıların üçüncü kişilere karşı müteselsil sorumlulukları devam eder. Payından fazla ödeme yapan mirasçının TMK’nın 682. maddesinde düzenlenen diğer mirasçılara rücu hakkı da saklıdır. Kısmi paylaştırma halinde miras ortaklığı devam eder. Bu şekildeki sözleşme miras payının devri sözleşmesine benzer.
“…4721 Sayılı TMK'nın 676 maddeye göre, taksim sözleşmesinin geçerli olabilmesi için miras bırakanın ölümünden sonra bütün mirasçıların veya temsilcilerinin iradelerinin birleşmesi asıl olduğundan, her birinin kendi payına düşeni aldığı ve diğer mirasçıların paylarına düşenler bakımından da karşılıklı olarak vazgeçtikleri açık ve kesin şekilde belirlenmedikçe taksimin sabit olduğu kabul edilemeyecektir. Bu nedenle TMK'nın 676. maddesinde sözleşmenin geçerliliği yazılı şekle bağlanmış, 10.12.1952 tarihli ve 1950/2 E., 1952/4 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da taksim sözleşmesine tüm mirasçıların katılımı ve yazılı olması taksimin geçerliliği için yeterli kabul edilmiş, taksimde mutlak eşitlik aranmamıştır.
TMK’nın 676. maddesi uyarınca terekeye tabi taşınmazların yazılı olmak koşuluyla mirasçılar arasında taksimi geçerli olup, taksimin geçerli olması için tüm mirasçılar arasında eşit bir paylaşım gerekli değildir. Somut olayda yapılan paylaşımda hisselerin parasal değerine göre açık bir bedel farkı da bulunmamaktadır. Eş söyleyişle edimler arasında bir oransızlık bulunduğu, varsa bu oransızlığın ciddi ve objektif olarak makul karşılanmasının beklenemeyeceği bir durum yoktur. Takip konusu alacak miktarı ve paylaşım sonucu borçluya düşen oran dikkate alındığında, davalı borçlunun mal kaçırma kastıyla hareket ettiğine dair somut deliller sunulamadığı gibi, aksine yukarıda açıklanan tüm aşamalarda borçlu davalının borçlarını ödemek gayesiyle hareket ettiği ve yapılan işlemlerin mal kaçırmak için değil, taksim gayesiyle yapıldığı ortaya konulmuştur. Bu durumda mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken…”[1]
“...uyuşmazlık; davaya konu taşınmazlar hakkında mirasçılar arasında geçerli bir taksim sözleşmesinin bulunup bulunmadığı; buradan varılacak sonuca göre davanın kabul edilip edilmeyeceği noktasında toplanmaktadır...676. maddeden açıkça anlaşılacağı üzere Paylaşma Sözleşmesi yazılı şekilde yapılmadıkça geçerli kabul edilemeyecektir... Geçerli bir miras taksim sözleşmesinden bahsedebilmek için, taşınmazın tüm paydaşlarının katılımı ile yazılı bir belgenin düzenlenmesi gerekmektedir. 10.12.1952 gün ve 1950/2 E., 1952/4 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da aynı yöne işaret edilmiştir. Bu şekilde hazırlanmış geçerli bir miras taksim sözleşmesinin bulunması durumunda paydaşlar bu belgeye dayanarak tapu iptali ve tescil talebinde bulunabileceklerinden ortaklığın giderilmesi davası açmalarında hukuki yararları olmayacaktır. Eldeki davadaki taksim sözleşmesinin incelenmesinde; sözleşmenin tüm mirasçıların katılımı ile düzenlenmediği ve tamamı tarafından imzalanmadığı açıkça anlaşılmaktadır... Bu durumda, yukarıda bahsedilen ilkelere göre, geçerli bir miras taksim sözleşmesinden söz edilemeyeceğinden mahkemece işin esasının incelenip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, taşınmazların fiilen taksim edildiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır...”[2]
“…721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 676. maddesi (743 Sayılı MK. madde 611–612), mirasçıların tereke üzerinde yapacakları taksimin, keza mirasçıların birbirleri ile miras paylarının temliki konusundaki yapacakları sözleşmelerin aynı Yasa'nın 677. maddesi hükmü gereğince geçerli olması için yazılı olması koşulunu öngörmüştür. Her iki halde de, yapılacak tasarrufların murisin ölümünden sonra gerçekleştirilmesinin olanaklı bulunduğu sabittir. Öte yandan, Türk Medeni Kanunu'nun 678. maddesi düzenlemesi ile de, murisin sağlığında ileride (murisin ölümünden sonra) intikal edecek terekedeki hakkıyla ilgili olarak bir mirasçının diğer mirasçılarla veya üçüncü bir kişi ile yapacağı sözleşmelerin geçerli olabilmesi için yazılı olması ve ayrıca miras bırakanın da sözleşmede yer alması ve onun katılımıyla gerçekleştirilmesinin zorunlu olduğu kuralına yer verilmiştir.
Taraflar arasında mirasbırakanın vefatından sonra düzenlenen sözleşme "Miras Taksim Sözleşmesi" niteliğindedir. Bu sözleşme ile mirasbırakandan intikal eden taşınmaz üzerindeki yapının, gelecekte yıkılıp yeniden yapılması halinde mirasçılara kalacak yerler belirlenmiştir. Her ne kadar daha sonra bir kısım mirasçılar tarafından miras paylarını tapuda satış suretiyle davalı ...'a temlik etmiş iseler de bu satış gerçek anlamda bir devir niteliğinde olmayıp 01.09.1998 tarihli miras taksim sözleşmesinin icrasına yönelik bir işlemdir…”[3]
TMK’nın 676/3. maddesi uyarınca, yazılı olmadıkça geçerli olmaz. Adi yazılı şekil geçerlilik şeklidir. Tüm mirasçılar tarafından imzalanır ve mirasçıların tamamını bağlar. Terekede devri resmi şekle bağlı taşınmazlar yer alsa dahi paylaşma için adi yazılı şekil yeterlidir.
Öte yandan sözleşme yazılı şekilde düzenlenmemiş olsa dahi, yani şekle bağlı bir sözleşmede, şekle aykırı olarak yapılan sözleşme kural olarak geçersiz ise de, bu sözleşmeden doğan edimler taraflarca tam olarak ifa edilmiş ise, şekil eksikliği nedeniyle geçersizliği ileri sürmek, TMK’nın 2 maddesinde düzenlenen dürüst davranma ilkesine aykırı olup, hakkın kötüye kullanılmasını oluşturur. Bu nedenle sözleşme yazılı olmasa bile iddia edilen sözleşme gereği edimlerin ifa edilmiş olup olmadıklarının tespiti gerekir.
“…Dava, TMK’nın 676. maddesi kapsamında miras taksim sözleşmesine dayalı muris adına kayıtlı taşınmazın mevcut tapu kaydının iptali ile taşınmazın davacılar adına tescil istemine ilişkindir.
4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 676. maddesi (MÜLGA 743 Sayılı TKM'nın 611.) uyarınca miras ortaklığına (terekeye) dâhil taşınmazlara ilişkin miras taksim sözleşmesinin geçerliliği için tüm mirasçıların katılımı ile adi yazılı şekil yeterlidir. Miras paylaşımı (taksim) ancak taksim sözleşmesinin yapıldığı sırada miras ortaklığına dâhil, paylaşılmamış olan miras mallar için söz konusudur. Paylı mülkiyete dönüştürülmüş ya da diğer mirasçıların oluruyla bir veya birkaç mirasçı adına tescil edilen durumlarda miras taksim sözleşmesi yapılması sonuç doğurmaz.
Hemen belirtilmelidir ki, TMK’nın 676. maddesinde öngörülen yazılı şekil, bir ispat koşulu değil, geçerlilik koşuludur. TBK’nın 11/2. maddesine göre kanunun emrettiği şeklin dereceyi şumul ve tesisi hakkında başkaca bir hüküm tayin olunmamış ise, akit bu şekle riayet olunmadıkça sahih olmaz. Şekle aykırılığın müeyyidesi az önce açıklanan yasa maddesinde hüküm altına alındığı üzere kanunun öngördüğü bir şeklin kapsam ve sonuçları hakkında başka bir hüküm konulmamış ise, şekle uyulmadan yapılan sözleşme hükümsüzdür. Hükümsüzlüğe bağlanan sonuç 29.9.1988 tarihli ve 2/2 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde belirtildiği gibi; kanun, öngördüğü şekil şartı bir geçerlilik şartı olarak düzenlenmiş bulunmakta ve buna uyulmadan yapılan sözleşmelere geçersizlik müeyyidesini (hukuki sonucunu) bağlamaktadır. Kanunda öngörülen şekil şartı emredici nitelikte olduğundan, hâkim şekil noksanlığını her safhada resen gözönüne almak zorundadır. 12.4.1944 tarihli ve 1943/14 Esas, 1944/13 Karar sayılı içtihadı birleştirme kararında da belirtildiği gibi, geçerliliği şekle bağlı sözleşmelerde, kanunun öngördüğü şekle uyulmaması sözleşmeyi hükümsüz kılar ve bu husus itiraz nedeni olduğundan hâkim tarafından doğrudan doğruya gözönünde tutulur.
Ancak şekle bağlı bir sözleşmede, şekle aykırı olarak yapılan sözleşme kural olarak geçersiz olmakla birlikte, bu sözleşmeden doğan edimler taraflarca tam olarak ifa edilmiş ise, şekil eksikliği nedeniyle geçersizliği ileri sürmek, hakkın kötüye kullanılmasını oluşturur…
Şimdi bu nokta da; "dürüst davranma" ve "hakkın kötüye kullanımı" ilkeleri üzerinde durulması gerekmektedir.
4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre; dürüstlük, herkesin uyması gerekli olan genel ve objektif bir davranış kuralıdır. Bu kural, kişilerin tarafı oldukları hukuki ilişkilerde dürüst, namuslu, ahlaklı ve diğer kişilerde yaratılan güvenle tutarlı şekilde davranmalarını ifade eder. Buna göre belirli bir hukuki ilişkide dürüstlük kuralına uygun davranış; toplumdaki dürüst, namuslu ve orta zekâlı bir kişinin, genel ahlak, doğruluk ve karşılıklı güven esaslarına uygun davranış biçimidir. Dürüstlük kuralına uygun bu davranışın belirlenmesinde, toplumda geçerli olan genel ahlak kuralları, günün adet ve uygulamaları, davranışın söz konusu olduğu hukuki ilişkilerin içerik ve amaçları da dikkate alınacaktır…
Diğer bir anlatımla dürüst davranma “bir hak sahibinin hakkını kullanırken veya bir borçlunun borcunu yerine getirirken iyi ve doğru hareket etmesi yani dürüst, namuslu, makul, fiilinin neticesini bilen, orta zekâlı her insanın benzer hadiselerde takip edecek olduğu yolda hareket etmesi” anlamındadır.
Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nın 2. maddesi hükmü herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanımı ölçütünü Türk Medeni Kanunu'na göre dürüstlük kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil, hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır.
Bir hakkın kullanılmasının açıkça adaletsizlik oluşturduğu, gerçek hakkın tanınması ve bireyin korunması için tüm hukuki yolların kapalı bulunduğu zorunluluk hallerinde, TMK’nın 2. maddesi uygulama alanı bulur ve olağanüstü bir imkan sağlar; haksızlığı düzeltici, yasadaki kuralları tamamlayıcı fonksiyonunu yerine getirir (25.1.1984 tarihli ve 1983/3 E., 1984/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı).
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hâkime özel ve istinaî hallerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme imkânını sağlamaktır…
Buna göre; dava dilekçesinde davalılar murisleri ve murisin ilk eşinden olma evlatları... ile ...'in miras taksimi sonucu kendilerine isabet eden taşınmazları adlarına kaydettirdikleri iddia edildiğine göre geçersiz olduğu kabul edilen 09.09.1984 tarihli miras taksim sözleşmesi gereği muristen, ... ile... veya mirasçıları adına intikal ya da murise ait herhangi bir taşınmazın tescil edilip edilmediği yani davalılar tarafından geçersiz olduğu ileri sürülen miras taksimine dair edimin ifası anlamında bir edinme olup olmadığı konusunda Mahkemece herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmadığı, iddia edildiği üzere davalılarca geçersiz olduğu ileri sürülen miras taksimi dolayısı ile taşınmaz edinilmiş olmasının tespiti halinde artık sözleşmenin şekil şartına uymadığından geçersiz olduğunu ileri sürmenin hakkın kötüye kullanımı mahiyetinde olacağı ve bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı düsturuna göre taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması gerektiği açıktır.
Bu durumda, Mahkemece, dava dilekçesinde ileri sürüldüğü üzere, geçerlilik şekil şartına uymadığı için geçersiz kabul edilen 09.09.1984 tarihli miras taksim sözleşmesi gereği... ile... veya mirasçıları adına murise ait herhangi bir taşınmazın intikal veya tespit görüp görmediği hususunda toplanan ve toplanacak deliller kapsamında araştırma yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken…”[4]
“…Dava konusu taşınmaz davalı Veysel adına 18.3.2007 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında tespit görmüş, tutanağın kesinleşmesi üzerine 01.05.2007 tarihinde davalı Veysel adına tapuya tescil edilmiştir. Tarafların murisi S. Ö. 11.02.1987 tarihinde vefat etmiş olup, taraflar arasındaki miras taksim sözleşmesi dinlenen davalı tanıklarının beyanlarına göre, 2007 yılında yapılan kadastro çalışmalarından önce vaki olmuştur. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 15/1-3 maddesine göre, tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların aynı Kanunun 14. maddesi gereğince belirlenen zilyetleri arasında taksim edildikleri belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla sabit olduğu takdirde bu mallar taksim gereğince zilyetleri adına tespit olunur. Taksim murisin ölümünden sonra kadastrodan önce tapusuz taşınmazlar üzerinde yapıldığına göre, bu taksimin varlığının şahit beyanlarıyla ispatı mümkündür. Mahkemenin TMK’nın 676/son maddesine göre, kadastro işlemlerinden sonra tapulu taşınmazlar için vaki olacak miras taksim sözleşmelerinin yazılı şekilde yapılması gerektiğine ilişkin kanun hükmü gözönünde bulundurularak davanın reddine karar verilmiş olmasında isabet bulunmamaktadır. Taraflar arasında miras taksimi yapıldığına ve taşınmazın davalı Veysel'e kaldığı anlaşıldığına göre, davanın reddine karar vermek gerekirken…”[5]
3. Miras Payının Devri Sözleşmesinden Farkları
Miras payının devri sözleşmesinden farklı bir sözleşmedir. Şöyle ki; Miras payının devri sözleşmesinin konusu, mirasçının sahip olduğu miras payı, yani terekedeki belirli bir mal veya hak değil, soyut nitelikteki paydır. Mirasçılar devir sözleşmesi ile diğer mirasçıların muvafakati olmadan kendi payı üzerinde tasarrufta bulunabilir. Taraflardan birinin mirasçı olması zorunlu iken, karşı taraf üçüncü kişi de olabilir. Öte yandan tüm mirasçıların katılımı zorunlu değildir. Buna karşılık miras taksim sözleşmesinin konusu ise, terekedeki somut malvarlığı değerleridir. Tarafları mutlaka tüm mirasçılardır. Üçüncü kişinin taraf olması mümkün değildir.
“…Bölge Adliye Mahkemesince, davanın sözleşmenin miras taksim sözleşmesi niteliğinde olduğu, miras taksim sözleşmesinin tüm mirasçıların katılımı ile imzalanması gerektiği, tüm mirasçıların yer aldığı taksim sözleşmesi bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş ise de, mahkemenin gerekçesine katılma olanağı yoktur. Şöyle ki, 20.05.2000 tarihli sözleşmenin başlığı "Miras Taksim Sözleşmesi" ise de, sözleşme bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğinden, sözleşmenin içeriğindeki düzenlemelere göre, mirasçı ...'nin miras hak ve hisselerini belli bedel karşılığında muris ...'in diğer mirasçılarına devrettiği, diğer bir deyişle sözleşmenin miras payı devri sözleşmesi niteliğinde olduğu anlaşılmakla, az yukarıda bahsedilen tapu kayıtları göz önünde bulundurulduğunda, 20.05.2000 tarihli "Miras Taksim Sözleşmesi" başlıklı sözleşmenin düzenlendiği esnada dava konusu taşınmazlar iştirak halinde mülkiyet hükümlerine tabi olup, dava konusu taşınmazlarda, kayıt malikinin mirasçıları olduğu anlaşılan taraflar arasında yapılan ve miras payının devrine ilişkin bulunan dayanak sözleşme TMK’nın 677. maddesi hükmü uyarınca kural olarak geçerli ve sonuç doğuran bir sözleşmedir. O halde, Mahkemece, davaya dayanak olarak sunulan 20.05.2000 tarihli sözleşmenin TMK’nın 677. maddesi uyarınca miras payı devrine yönelik olarak düzenlendiği, sözleşmenin düzenleme tarihi itibarı ile geçerli ve sonuç doğuran bir sözleşme olduğu göz önünde bulundurularak, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken…”[6]
4. Miras Taksim Sözleşmesinden Kaynaklanan Tapu İptali ile Tescil Davaları
Sözleşmenin ifası için taahhüt edilen her bir hakkın ve malın devrine ilişkin tasarruf işlemlerinin mirasçılarca ayrıca yapılması gerekir. Tasarruf işlemlerinin yapılmaması halinde ise ifa davası açılabilir. Mirasçılardan biri veya birkaçı, taksim sözleşmesinin yüklediği borçları yerine getirmezlerse, diğer mirasçılar dava açarak taksim sözleşmesinin aynen uygulanmasını sağlayabilirler. Taşınırlar ve tapuda kayıtlı olmayan taşınmazlar yönünden zilyetliğin devri; taşınmazlar açısından ise, miras taksim sözleşmesinden doğan borçların yerine getirilmesi için tapu kütüğüne tescil yapılması gerekir. Tescil, terekedeki hakka ilişkin bir tasarruf işlemi niteliğini taşıdığından, mirasçıların tümü tarafından birlikte talep edilmelidir. Alacaklar yönünden ayrıca alacağın temliki sözleşmesi yapılmasına gerek yoktur. Mirasçılardan biri veya bir kaçı, miras taksim sözleşmesini yerine getirmekten kaçınırsa, aynen yerine getirilmesi için aleyhlerine dava açılabilir. Bu dava sonucunda verilen olumlu kararın kesinleşmesi üzerine, miras taksim sözleşmesinin öngördüğü taşınmazlar ve üzerlerindeki sınırlı ayni haklar üzerinde bireysel hak sahipliği gerçekleşmiş olur.
Paylaşma sözleşmesi eğer tam paylaşma şeklinde yapılmışsa miras ortaklığını sona erdirir. Bu durumda artık mirasçıların bireysel hak sahipliği gündeme gelir. Çünkü miras taksim sözleşmesinin asıl amacı miras ortaklığına sona erdirmektir. Ancak yazılı miras taksim sözleşmesi yalnızca borçlandırıcı bir işlem olduğundan miras ortaklığının sona ermesi için sözleşmenin ifa edilmiş olması gerekir. Bunun için de yukarıda açıklandığı üzere taşınırlar ve tapuda kayıtlı olmayan taşınmazlar yönünden zilyetliğin devri; taşınmazlar açısından ise, miras taksim sözleşmesinden doğan borçların yerine getirilmesi için tapu kütüğüne tescil yapılması gerekir. Yazılı paylaşma sözleşmesinden doğan tüm borçların ifa edilmesiyle ortaklığın aktifi kalmaz ve ancak o zaman ortaklık sona erer. İfa kapsamında sözleşmeden doğan borçlara genel zamanaşımı süresi olan on yıllık zamanaşımı uygulanır.
Öte yandan TMK’nın 680 maddesi gereği “Borçlar Kanununun geçersizliğe ilişkin genel hükümleri, paylaşma sözleşmeleri hakkında da uygulanır.”
Borçlar Kanununun geçersizliğe ilişkin hükümlerinin başında kesin hükümsüzlük halleri gelmektedir. Kesin hükümsüzlük halleri ise TBK’nın 27. maddesinde düzenlenen kesin hükümsüzlük nedenleri ile ayırtım gücü yani ehliyetsizlik, şekil koşulları ve muvazaadır. Maddeye göre "Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür."
Bilindiği üzere kesin hükümsüzlük (butlan); bir sözleşmenin batıl olması, baştan itibaren kesin hükümsüz olmasıdır. Batıl işlem, geçersizlik sebebinin ortadan kalkması, onay ya da ifa ile geçerli hale gelmez. Herkes için geçersiz olup, yararı bulunan herkes işlemin geçersizliğini ileri sürebilir ve hâkimce resen dikkate alınır. Geçerli olabilmesi için yeniden koşullarına uygun şekilde yapılması gerekir. Eğer bir ifa söz konusu ise taraflar istihkak veya sebepsiz zenginleşme davası ile verdiklerini geri alabilirler. Ancak sürekli borç ilişkilerinde geçersizlik sebebi ortaya çıkana kadar borç ilişkisinin hüküm doğurduğu kabul edilir. Ayrıca bazen hükümsüzlük iddiasının TMK’nın 2. maddesindeki dürüstlük kuralına aykırı olması söz konusu olabilir. Bu durumda bu iddia dikkate alınmaz. Örneğin resmi şekilde yapılmayan taşınmaz satışına konu taşınmazın alıcıya devri ve satış parasının alınması halinde yaratılan güven duygusuna aykırı olacak şekilde şekle aykırılıktan dolayı geçersizliği ileri sürülemez. Sürülse de dürüstlük kuralına aykırılıktan dolayı dinlenmez. Arsa payı devri karşılığı inşaat sözleşmeleri ile ilgili Yargıtay İBK’nın 30.9.1988 tarih ve 1987/2 Esas, 1988/2 Karar sayılı içtihadı da bu yöndedir. Yine ayırt etme gücüne sahip olmayanların yaptıkları işlemlerin geçersizliğini ileri sürmenin dürüstlük kuralına aykırı olamayacağına yönelik Yargıtay İBK’nın 09.3.1955 tarih ve 1954/22 Esas, 1955/2 Karar sayılı kararı da bu yöndedir.
Diğer geçersizlik nedenleri ise TBK’nın 28 maddesinde düzenlenen aşırı yararlanma (gabin), TBK’nın 30-39 maddelerinde düzenlenen irade bozukluklarıdır.
Bilindiği üzere kural olarak irade bozuklukları hukuki sonucu doğmasına engel olmaz ancak kanunda düzenlenen süre içerisinde iradesi bozulan tarafa bu işlemi iptal ettirme hakkı verir. Bu süre içerisinde işlemin geçerliliği askıdadır.
“...İrade beyanı, irade ve beyan unsurlarından oluşur. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir... Türk Borçlar Hukuku sisteminde iradeyi bozan sebepler üç durum olarak hüküm altına alınmış olup, yanılma (hata), aldatma (hile) ve korkutma (ikrah) gerçekleşme biçimleri bakımından birbirinden farklıdırlar.
Bilindiği üzere yanılma (hata); irade ile beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uyumsuzluk halidir. Aldatma (hile) ise genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hatada yanılma, hilede ise kasıtlı olarak yanıltma söz konusudur.
Türk hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise bir kesin hükümsüzlük (butlan) hâli değildir... irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülerek, bu kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanımıştır. Kanun, esaslı olmayan hataların sözleşmenin iptaline yol açmasını ise kabul etmemiştir. Sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşme ile bağlı olmaz (TBK. 30, BK. 23). Ancak taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu sözleşme yapmışsa, yanılma esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir (TBK. 36/1, BK. m. 28/1)...”[7]
“…Miras yoluyla intikal eden malda iştirak çözülmüş ve paylı olarak tapu siciline tescil edilmişse o mal artık tereke malı olmaktan çıkar ve TMK'nın 676. maddesinde gösterilen şekilde taksime konu olamaz. (13.09.1995 tarihli ve 7830 Esas, 8711 Karar sayılı Yargıtay 2. Hukuk Dairesi) Dava konusu taşınmaz üzerinde paylı mülkiyet oluşmuşsa miras taksim sözleşmesine dayalı tescil istenemez. Tarafların murisi 08.03.2005 tarihinde vefat etmiştir. Davaya konu taşınmaz muris ...'a aitken, 07.08.2007 tarihinde yapılan intikal ve 18.10.2007 tarihinde kat irtifakı tesis edilmesiyle tereke malı olmaktan çıkmış, müşterek mal haline dönüşmüştür. Bu tarihten sonra yapılan açılmış miras pay devri sözleşmesi resmi şekilde yapılmadığından geçersizdir…”[8]
“…Davacı kadastro tespit tarihinden sonra yapılan miras taksim sözleşmesine dayalı olarak dava açtığına göre, mahkemenin 3402 Sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesinde düzenlenmiş bulunan hak düşürücü sürenin geçtiği yönündeki kabulünde isabet bulunmamakta ise de; dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve 08.05.1973 tarihli taksim sözleşmesinden sonra, çekişmeli taşınmazların 02.06.1998 tarihinde kesinleşen kadastro mahkemesi kararı ile tespit gibi paylı olarak davacı ve paydaşları adına tescil edilmesine ve davacı yanın bu kararın kesinleşmesinden sonra, miras taksim sözleşmelerinden doğan borçlar için kanunda özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden genel zamanaşımı süresi içinde taksim sözleşmesi uyarınca dava açarak sözleşmenin ifasını istememiş bulunmasına göre…”[9]
“…MK'nın 676. maddesi hükmüne göre; tapulu taşınmazlara dair paylaşma sözleşmesinin geçerliliği tüm mirasçıların katılımı ile yazılı şekilde yapılmasına bağlıdır.
Ayrıca, miras taksim sözleşmelerinde, sözleşme tarihinden sonra tüm mirasçıların ya da sözleşmede hak iddia eden tarafın katılımı ile elbirliği mülkiyetinin, müşterek mülkiyete çevrilmesi durumunda sözleşmeden dönüldüğünün kabulü gereklidir.
Somut olayda, yukarda bahsedildiği üzere, taşınmazlar miras taksim sözleşmesinin yapıldığı tarihte elbirliği mülkiyet hükümlerine göre ortak muris adına kayıtlı olup, miras taksim sözleşmesini imzalayan taraflar dışında da mirasçıları olduğundan ve dava dışı diğer mirasçıları miras taksim sözleşmesine katılmadığından, sözleşmenin geçerli olduğunun kabulü mümkün değildir. Kaldı ki, sözleşme yapıldığı tarihte elbirliği hükümlerine tabi olan taşınmazlar, mirasçıları adına 03/09/2013 tarihli ve 15466 yevmiye numaralı akitle intikal görmüş olup, resmi akite sözleşmede hak talep eden davacılar... ve... vekil aracılığı ile katılmışlardır. Bu işlem ile miras payının devrine dair 16/07/2013 tarihli sözleşmeden dönüldüğü ortadır. Bu durumda, taksim sözleşmesinin bozulduğu ve artık hukuki sonuç doğurma özelliğini kaybetmiş olduğunun kabulü gereklidir. Bu sebeple bu sözleşmeye dayanılarak hak istenemez…”[10]
“…TMK'nın 676 ve devamı maddeleri uyarınca taksim sözleşmesinin geçerli olduğunun kabul edilebilmesi için dava konusu taşınmazın muris adına kayıtlı ya da elbirliği mülkiyetine konu bir taşınmaz olması gerekir.
Davaya konu taşınmazın muris D.. A..'tan kaldığı ve murisin ölümünden sonra 07.09.2009 tarihli miras taksim sözleşmesi ile mirasçılar arasında taksim edildiği konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Ne var ki, bu tarihten sonra D.. A.. mirasçıları tarafından yapılan 16.12.2009 tarihli intikal işlemi ile taşınmazın paylı olarak adlarına tescili sağlanmış olduğuna göre taksim sözleşmesinin varlığından ve geçerliliğinden söz edilemez. Davanın açıldığı tarihte davaya konu taşınmaz paylı mülkiyete konu olup 07.09.2009 tarihli taksim sözleşmesi daha sonra yapılan intikal işlemi ile bozulmuştur. Mahkemece ortaklığın giderilmesine karar verilmesi gerekirken…”[11]
"...İsviçre, Alman ve Türk Hukukunda hukuki işlemin şekli unsurlarını tespit eden emredici hukuk kurallarına aykırılık sebebiyle hukuki işlemin mevcudiyet kazanmaması halinde hukuki işlemin yokluğundan söz edilir... Butlan sebeplerine gelince, genel olarak butlan halleri. BK’nın 19 ve 20. maddelerinde belirtilmiştir. Bu hükümlere göre; konuları bakımından imkânsız veya emredici hukuk kurallarına yahut ahlak ve adaba aykırı olan hukuki işlemler butlan sebebiyle geçersizdir. Kanunen uyulması zorunlu olan ve aksi kararlaştırılamayan hukuk kuralları, emredici özellikleri itibariyle mutlak ve nisbi emredici hükümler diye iki gurupta toplanırlar. İsviçre- Türk Hukukunda özel, ilişkin, emredici hükümlere aykırılık halinde mutlak butlandan söz edilir. Başka bir anlatımla, butlan durumunda hukuki işlem şeklen mevcut olmakla beraber amaçlanan hükümleri doğurmaz. (HGK’nın. 29.5.2002 gün 2-441-433 K.) Belirtmek gerekir ki, Kanunun şekil, ehliyet ve içerik bakımından aradığı koşulları içermeyen hukuki işlem mutlak olarak geçersizdir; dolayısıyla da hiçbir hukuki sonuç doğurmayan böyle bir işlem, hüküm ifade etmez..."[12]
"...Bir davada, birden çok hukuki sebebin bir arada incelenebilmesi bu nedenlerden birinin, diğerinin incelenmesine imkân verecek nitelikte olmasına bağlıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 09.01.1974 Tarih ve 1972/2-584-12 sayılı kararı). Hata, hile ve gabin, bir davada kademeli olarak incelenebilir. Dayanılmış ise "ehliyetsizlik" iddiası, hata, hile ve gabin iddiasından önce incelenir..."[13]
Tapu iptali ile tescil istemli davalar taşınmazın aynına (mal varlığına) yönelik davalardır. Bu nedenle görevli mahkeme, HMK’nın 2. maddesine göre “Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir.”
Yetkili mahkeme ise, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemesi Kanunu’nun 12. maddesine göre davaya konu taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkili mahkemedir. Farklı yargı çevrelerinde bulunan birden fazla taşınmaza elatmanın önlenmesi istenilmişse, dava bu taşınmazlardan birinin bulunduğu yer mahkemesinde açılabilir. Dava açıldıktan sonra artık o mahkeme kesin yetkili mahkeme halini alacaktır. Bu yetki kuralı kesin olup, aksine yetki sözleşmesi yapılamaz ve HMK’nın 19. maddesine göre “Yetkinin kesin olduğu davalarda, mahkeme yetkili olup olmadığını, davanın sonuna kadar kendiliğinden araştırmak zorundadır; taraflar da mahkemenin yetkisiz olduğunu her zaman ileri sürebilir.”
Aydın TEKDOĞAN
Avukat
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi
2. Hukuk Dairesi Emekli Başkanı
-------------
Ayrıntılı bilgi için:
TEKDOĞAN, A., Ayni ve Şahsi Haklardan Kaynaklı Tapu İptali ile Tescil Davaları, 1. Baskı, Nisan 2025, Seçkin Yayınevi, 1504 Sayfa;
TEKDOĞAN, A., Miras İş ve İşlemleri ile Miras Davaları, 1. Baskı, Temmuz 2024, Seçkin Yayınevi, 1625 Sayfa,
[1] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2020/17-220 K. 2020/726 T. 6.10.2020
[2] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2012/6-1512 K. 2013/704 T. 15.5.2013
[3] Yargıtay 7. Hukuk Dairesi E. 2022/7187 K. 2023/5982 T. 5.12.2023
[4] Yargıtay 8. Hukuk Dairesi E. 2021/122 K. 2021/4895 T. 9.6.2021
[5] Yargıtay 8. Hukuk Dairesi E. 2011/4810 K. 2012/1143 T. 23.2.2012
[6] Yargıtay 8. Hukuk Dairesi E. 2019/2658 K. 2021/4148 T. 20.5.2021
[7] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2018/1-889 K. 2018/1939 T. 13.12.2018
[8] Yargıtay 7. Hukuk Dairesi E. 2022/5980 K. 2022/7201 T. 24.11.2022
[9] Yargıtay 16. Hukuk Dairesi E. 2016/15596 K. 2019/7747 T. 26.11.2019
[10] Yargıtay 8. Hukuk Dairesi E. 2018/10954 K. 2018/14433 T. 26.6.2018
[11] Yargıtay 14. Hukuk Dairesi E. 2014/5795 K. 2014/11358 T. 20.10.2014
[12] Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2013/218 K. 2013/1351 T. 30.1.2013
[13] Yargıtay 15. Hukuk Dairesi E. 2009/4222 K. 2010/4818 T. 27.9.2010