Miras bırakanın (muris), mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla mal varlığını, görünüşte bir satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi işlemlerle üçüncü kişilere ya da belirli mirasçılara devretmesi durumuna muris muvazaası denir. Bu tür işlemlerdeki asıl amaç, diğer mirasçıları yasal miras haklarından mahrum bırakmaktır. Bu yazıda, ülkemizde sıkça karşılaşılan bu davaların temelini oluşturan muris muvazaası kavramı, hukuki dayanakları ve muvazaa iddiasını güçlendiren olgular incelenecektir.

MUVAZAA KAVRAMI

Türk Dil Kurumu, muvazaa kelimesini “Hukuki işlemlerde tarafların, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında bir hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmaları” şeklinde tanımlamıştır. Bu çerçevede muris muvazaası, miras bırakanın mirasçılarından mal kaçırma kastıyla yaptığı hileli hukuki işlemleri ifade eder.

Pozitif hukukumuzda muvazaa, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 19. maddesinde şu şekilde düzenlenmiştir: “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.”

Doktrin ve yargı kararlarında ise muvazaa, mutlak muvazaa ve nispi muvazaa olmak üzere ikiye ayrılır:

- Mutlak Muvazaa: Tarafların gerçekte hiçbir hukuki işlem yapma iradesi olmadan, yalnızca üçüncü kişileri aldatmak amacıyla görünüşte bir işlem yaptıkları durumlardır.

- Nispi Muvazaa: Tarafların gerçekte bir işlem yapmak istemelerine rağmen, bu işlemi gizlemek amacıyla dışarıya karşı başka bir hukuki işlem görüntüsü yarattıkları hallerdir.

Muris muvazaası, miras bırakanın mal kaçırma kastıyla aslında bağışladığı bir taşınmazı, tapuda satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi göstermesi şeklinde gerçekleştiğinden nispi muvazaa niteliğindedir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 04.12.2015 tarihli, E. 2014/882, K. 2015/2834 sayılı kararında da bu durum açıkça belirtilmiştir:

“Muris muvazaası olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibarıyla nispi muvazaa türüdür. Muris, gerçekte bağışladığı taşınmazını, görünüşteki sözleşmede satış veya bakma sözleşmesi gibi göstererek temlik etmektedir.”

MURİS MUVAZAASININ HUKUKİ DAYANAĞI

Türk hukukunda muris muvazaası davaları oldukça yaygın olmasına rağmen, bu konu doğrudan bir kanun maddesiyle değil, temel olarak Yargıtay içtihatları ile düzenlenmektedir. Bu alandaki en temel dayanak, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 01.04.1974 tarihli, E. 1974/1, K. 1974/2 sayılı kararıdır. Söz konusu ilamda “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği taşınmazı tapuda satış şeklinde göstermesi hâlinde, miras hakkı ihlal edilen tüm mirasçılar (saklı pay sahibi olsun ya da olmasın), görünürdeki satışın muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin geçersizliğini ileri sürerek dava açabilirler.” Şeklinde karar verilmiştir.

Ancak bu önemli hukuki kurumun, yalnızca köklü bir içtihada dayanması ve kanuni bir düzenleme ile doğrudan desteklenmemesi, uygulamada bazı sorunlara yol açabilmektedir. Her ne kadar genel bir hüküm olan TBK m. 19’a atıf yapılsa da muris muvazaasına özgü bir kanun maddesinin bulunmaması, hukuki güvenlik ilkesi açısından bir eksiklik olarak değerlendirilebilir. Kanaatimizce, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda mirasın geçişi ve tenkise tabi tasarruflar açıkça düzenlenmişken, muris muvazaasına ilişkin doğrudan bir hükme de yer verilmesi isabetli olacaktır.

ZAMANAŞIMI VE HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 1974 tarihli kararına göre, saklı pay sahibi olup olmadığına bakılmaksızın, miras hakkı ihlal edilen tüm mirasçılar muvazaanın varlığını ileri sürerek tapu iptal ve tescil davası açabilirler.

Bu davalarda herhangi bir hak düşürücü süre veya zamanaşımı öngörülmemiştir. Yargıtay, geçmişte uzun yıllar (15-20 yıl gibi) açılmayan davaların Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralına aykırı olabileceğine dair kararlar vermiş olsa da bu görüşünden kısa sürede dönmüştür. Güncel ve yerleşik içtihada göre, bu dava miras bırakanın ölümünden sonra her zaman açılabilir.

Konuya ilişkin Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin E. 2016/4228, K. 2019/4535 sayılı kararında:

“Muvazaalı işlem hiçbir hüküm doğurmaz ve muvazaa nedeninin ortadan kalkması ya da zamanın geçmesiyle birlikte batıl işlem geçerli hale gelmez. Davacı, miras bırakanın halefi olarak değil, miras hakkı çiğnenen kişi olarak dava açar. Dava hakkı, miras bırakanın ölümüyle doğar.” Şeklinde karar verilmiştir

Bununla birlikte, dava hakkının miras bırakanın ölümünden 30–40 yıl sonra dahi kullanılabilmesi, taşınmaz maliklerinin sürekli bir dava tehdidi altında kalmasına neden olmaktadır. Bu durum, hukuki istikrarı ve güvenliği zedelemektedir. Bu nedenle, gelecekte yapılacak yasal düzenlemelerle bu tür davalar için makul bir hak düşürücü sürenin belirlenmesi gerektiği kanaatindeyiz.

MUVAZAA İDDİASININ İSPATI

1- Yaş ve Sağlık Durumu: Miras bırakanın işlemin yapıldığı tarihteki yaşı, hastalığı veya genel sağlık durumu, gerçekten bir satış yapma veya kendisine bakılma ihtiyacının olup olmadığı konusunda önemli bir ipucu verebilir. Örneğin, miras bırakanın zaten genç ve sağlıklı olması halinde, bir mülkü devretmek için ölünceye kadar bakma sözleşmesi yapması şüpheli bir durumdur.

2- Paranın Akışı: Miras bırakan bir satış yapmışsa, bedelin gerçekten ödenip ödenmediği araştırılır. Banka havaleleri, dekontlar veya diğer yazılı belgelerle paranın el değiştirdiğine dair bir kanıt yoksa, bu durum muvazaa yönünde güçlü bir delildir. Paranın elden verildiği iddia edilirse, bu durumun hayatın olağan akışına aykırı olduğu ileri sürülebilir.

3- Mülkün Niteliği: Devredilen malın miras bırakanın tüm mal varlığının büyük bir kısmını oluşturması, diğer mirasçıları mirasından mahrum bırakma niyeti olduğuna işaret edebilir.

4- Tanık Beyanları: Yukarıda açıklanan diğer maddeler genel olarak muvazaa iddiasını destekler nitelikte olsa da tanık beyanları davanın neticesini önemli ölçüde etkilemektedir. Murisin sağlığında, bu devirle ilgili murisin gerçek niyetini bilen ya da devirlerin gerçekleştiği tarihlerde murisin yanında bulunarak tüm sürece şahitlik etmiş kişiler varsa, bunların tanık olarak dinlenmesi önemlidir. Uygulamada davacı ve davalı tanıklarının birbiri ile çelişkili beyanlarda bulunması sık yaşanan bir sorun olduğundan tanık beyanlarının yorumlanmasında bölgesel geleneklere de dikkat edilmesi gerekmektedir. Örneğin Murisin bölgesel geleneklere göre hareket ederek en büyük oğluna aile işletmesini bırakması, evli olmayan kızına bir daireyi vermesi gibi hususlar diğer mirasçılardan mal kaçırma kastı ile yapılmış ise muris muvazaası olarak nitelendirilebilir. Davacı tanıkların aynı zamanda mirasçı olduğu durumlarda ise “davanın kabulü halinde hak sahibi olacak kişilerin” tanıklığı söz konusu olacaktır. Bu nedenle Yargıtay içtihatları mirasçı tanıkların beyanlarının diğer delillerle somutlaştırılması gerektiği yönünde ilerlemiştir. Ancak davacı tanıklarının davalı lehine beyan vermesi halinde, mal kaçırmayı gerektirecek sebebin varlığının da davacı tarafça usulünce ispat edilememesi söz konusu ise davanın reddine karar verilmesi gerektiğine karar vermiştir. Söz konusu ilamda Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, E. 2023/3444 K. 2024/993 "somut olayda, tanık olarak dinlenen ve davanın kabulü halinde hak sahibi olabilecek dava dışı mirasçı ...... ’ın beyanları karşısında, miras bırakanın davalıyı gözetmesini, davacıları ise yermesini ve onlardan mal kaçırmasını gerektirecek haklı sebebin varlığının davacılar tarafından usulünce ispat edilemediği gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır" şeklinde karar verilmiştir.

SONUÇ

Murisin, mirastan mal kaçırma kastıyla hareket ederek taşınmazlarının tamamını veya bir kısmını görünüşte satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi muvazaalı işlemlerle devretmesi durumunda, mirasçıların dava yoluyla bu tapuların iptalini ve miras payları oranında kendi lehlerine tescil edilmesini talep etmesi mümkündür. Bu nedenle, bu gibi durumlarla karşılaşan mirasçıların, hak kaybına uğramamaları için hukuki yollara başvurmaları büyük önem arz etmektedir.

Av. Berat KARAGÜVEN