Bilindiği üzere Borçlar Hukukunda sözleşmeler alanında yer alan en önemli temel ilkelerden birisi, sözleşme özgürlüğüdür. Sözleşme özgürlüğü, tarafların diledikleri koşullarda sözleşme yapabilme özgürlüğünü de kapsar. Bunun sonucu olarak, taraflar sözleşmenin koşullarını ve karşılıklı edimlerini diledikleri gibi belirleyebilirler (Prof.Dr.Ahmet M. KILIÇOĞLU, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 16.Bası, Ankara 2012, s.215 ; Prof.Dr.Fikret EREN, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 14.Baskı, Ankara 2012, s.417 ; Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Aşırı Yararlanma (Gabin) Davaları, 4.Baskı, Ankara 2020, s.23). Yasa koyucu sözleşmenin taraflarına TBK.m.28’de düzenlenen aşırı yararlanma (gabin) müessesesinden yararlanma hakkı vermişse de bu iddianın dinlenebilmesi için gabinin kümülatif nitelikteki objektif ve subjektif unsurlarının varlığının kanıtlanması gerekir. Bu kapsamda Yargıtay uygulaması ve doktrinde ifade edildiği üzere, aşırı yararlanmanın objektif unsuru olan edimler arası açık oransızlık mevcutsa ve fakat sübjektif unsurdan en az birisi mevcut değilse, edimler arası açık oransızlık tek başına gabin iddiasının kanıtlanmasına yetmez (Prof.Dr.Mustafa Alper GÜMÜŞ, Borçlar Hukukunun Genel Hükümleri, 1.Baskı, Ankara 2021, s.364). Gabinin objektif unsuru incelenirken ise sözleşmenin kurulmasından sonra edimlerin değerlerinde meydana gelen değişiklikler göz önüne alınamayacağı gibi, bir tarafın edime verdiği sübjektif değer de dikkate alınamaz (Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Aşırı Yararlanma (Gabin) Davaları, 4.Baskı, Ankara 2020, s.32-33 ; Prof.Dr.M. Kemal OĞUZMAN – Prof.Dr.Turgut ÖZ, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt-1, 19.Bası, İstanbul 2021, s.142). Yani edim ve karşı edim arasındaki açık oransızlık, sözleşmenin yapıldığı zaman ve yerdeki piyasa pazar, arz ve talep şartlarına göre mevcut olmalıdır. Sonraki oransızlık aşırı yaralanmanın bu unsurunu oluşturamaz (Prof.Dr.Fikret EREN, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 14.Baskı, Ankara 2012, s.418-419 ; Prof.Dr.M. Kemal OĞUZMAN – Prof.Dr.Turgut ÖZ, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt-1, 19.Bası, İstanbul 2021, s.142 ; Prof.Dr.Mustafa Alper GÜMÜŞ, Borçlar Hukukunun Genel Hükümleri, 1.Baskı, Ankara 2021, s,364).

Gabinin subjektif unsuru olan düşüncesizlik ve deneyimsizlik koşulunun bulunup bulunmadığı araştırılırken ise, tarafların kültürel, eğitim ve sosyal konumları göz önünde tutulmalıdır. Eğitimli, bu konularda deneyimli bir kişinin sömürülmesi iddiası araştırılırken, eğitimsiz ve deneyimsiz kişilere nazaran daha sıkı davranılması gerekir (Prof.Dr.Ahmet M. KILIÇOĞLU, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.218 ; Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Aşırı Yararlanma (Gabin) Davaları, s.39-41). Yine aşırı yararlanmadan söz edebilmek için, kişinin içinde bulunduğu bu sübjektif olumsuz koşullardan diğer tarafın yararlanmış bulunması, yani onu sömürmüş bulunması gerekir (Prof.Dr.Ahmet M. KILIÇOĞLU, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 16.Bası, Ankara 2012, s.218 ; Aynı yönde Prof.Dr.M. Kemal OĞUZMAN – Prof.Dr.Turgut ÖZ, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt-1, 19.Bası, İstanbul 2021, s.143). Burada sömüren tarafta sömürme kastı şart olup ihmal şeklinde beliren kusur, aşırı yararlanma için yeterli değildir. Sömürü kastı, sömürende hem karşı tarafın zor, zayıf durumunu bilme, hem de bundan yararlanma isteğini gerektirir. Sömürende bilme ve isteme unsurlarından biri mevcut değilse, sömürme kastı gerçekleşmez (Prof.Dr.Fikret EREN, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.421 ; Prof.Dr.M. Kemal OĞUZMAN – Prof.Dr.Turgut ÖZ, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt-1, s.143 ; Prof.Dr.Mustafa Alper GÜMÜŞ, Borçlar Hukukunun Genel Hükümleri, s.369-370). İşte bu şartlar kümülatif nitelikte olup birinin dahi eksikliği halinde gabin iddiası dikkate alınamaz.

Önemi gereği tekraren belirtmek gerekir ki sadece edimler arasındaki açık bir oransızlık olduğunun farkında olunması, başlı başına yararlanma kastının gerçekleştiği anlamına gelmez. Zira liberal ekonomik sistem içerisinde her zaman, sözleşmedeki edimler arasında makul bir oranın bulunması aranmaz ve beklenmez. Zira; liberal ekonominin temelleri edimler arasında az veya çok bir oransızlığın var olması, taraflardan birinin daha fazla avantaj elde etmesi, diğer tarafın ise daha az avantaj kazanması üzerine kuruludur. Dolayısıyla tek başına edimler arasında açık oransızlığın bilinmesi yararlanma kastının gerçekleşmesi için yeterli değildir; sömürenin ayrıca karşı tarafın zayıf durumda olduğunu bilmesi ve edimler arasındaki aşırı oransızlık sonucunda kendi lehine ve fakat zayıf durumda olan tarafın aleyhine olan sözleşme ilişkisinin kurulmasını istemesi gerekmektedir. Aşırı yararlanma kurumunun amacına bakıldığında da, kanun koyucunun hedefinin piyasadaki dengesizliklere bir düzen getirmek olmadığı görülecektir. (Doç.Dr.Seda İrem ÇAKIRCA, Aşırı Yararlanma Kavramı, İSTANBUL 2015, s.171-172). Dolayısıyla her sözleşmede edimler arasında tam bir eşitlik ve oranın bulunması mümkün değildir. Bir taraf daha kazançlı çıkabilir. Edimler arasındaki her oransızlık yüzünden sözleşmenin iptali cihetine gidilmesi alışverişteki ve ticari hayattaki emniyeti ve istikrarı ortadan kaldırır. Temel ilke olan sözleşme özgürlüğüne ters düşer. Ticari hayattaki ve alışverişlerde genellikle kar etme amacı güdülür. Bu itibarla aşırı yararlanmada “gabin”de edimler arasında “açık bir oransızlık” aranmaktadır. İsviçre ve Türk Borçlar Kanunlarında Fransız Medeni Kanunundan farklı olarak Alman Medeni Kanununda olduğu gibi ayrıca subjektif unsurun varlığı da ikinci bir koşul olarak kabul edilmiş böylece aşırı yararlanmanın “gabinin” sınırları daha da daraltılmıştır (Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Aşırı Yararlanma (Gabin) Davaları, 4.Baskı, ANKARA 2020, s.30). Bu kapsamda sözleşmenin yapıldığı sırada sözleşmeden yararlanan kimse karşı tarafın bu zaafını bilmiyorsa istismardan ve subjektif unsurun mevcudiyetinden söz edilemez. Zira asıl olan sözleşme özgürlüğüdür. Sözleşme özgürlüğü kötüye kullanılmadığı sürece kısıtlanamaması gerekir. Sömüren tarafın istismar kastı bulunmayıp sadece ihmal şeklinde bir kusuru varsa aşırı yararlanmanın subjektif unsuru oluşmaz (Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Aşırı Yararlanma (Gabin) Davaları, 4.Baskı, ANKARA 2020, s.36). Yargıtay da 1969 yılında verdiği ve ilerleyen yıllarda uygulamada yeknesaklaşmış bir şekilde atıf yapılan bir kararında (YHGK. 5.2.1969 T. 1966/1-263 E. 90 K.) karşı tarafın zayıf durumunun herkes tarafından bilinebilecek olmasını yararlanma kastının gerçekleşmesi için yeterli bulmamıştır. Kaldı ki; kimi durumlarda zor durumda kalma halinin bizzat bilinmesi dahi yararlanma kastının karşılandığı anlamına gelmez. (Doç.Dr.Seda İrem ÇAKIRCA, Aşırı Yararlanma Kavramı, s.171).

Konuya Yargıtay uygulaması açısından bakıldığında Yargıtay, ivazlar arasında aşırı bir nisbetsizlik olsa dahi müzayakadan istifade etmek şartı olmadıkça davanın reddi gerektiğini (Y.4.HD. 26.1.1959 T. 2944/1230), gabinde objektif ve subjektif unsurların birlikte bulunmasının yanında subjektif unsurun istismarının da şart olduğunu (Y.T.D. 14.1.1966 T. 1964/495 E. 1966/207 K.), gabin iddiasında kümülatif şartlardan üçüncü unsur bilerek yararlanmak keyfiyeti olduğunu, davalı tarafın subjektif unsuru teşkil eden hal ve şartlar içinde bulunan davacı tarafın bu durumunu bilerek kendisine aşırı yarar sağlamadıkça gabin iddiasının gerçekleşmiş sayılamayacağını (Y.1.HD. 4.3.1969 T. 391 E. 1133 K.), gabin iddiasında manevi unsurların da (müzayaka hali, hiffet, tecrübesizlik, aldatma ve sömürme kastı) araştırılması gerektiğini (Y.4.HD. 6.10.1969 T. 7689 E. 8270 K.), gabinde ivazlar arasındaki açık oransızlığın objektif unsuru, satıcının “müzayakası” ve alıcının bundan bilerek yararlanmasının da subjektif unsuru oluşturduğunu (Y.1.HD. 24.11.1976 T. E.10536 K.11572), gabin, hata ve hile iddialarının aynı davada ileri sürülemeyeceğini (Y.4.HD. 25.1.1949 T. 1949/611 E. 1949/231 K. ; Y.4.HD. 20.3.1953 T. E.1720 K.1286 ; Y.1.HD. 15.11.1982 T. 1982/13003 E. 1982/13131 K.), ehliyetsizlik ve gabin iddialarının birarada incelenemeyeceğini (Y.1.HD. 17.12.1973 T. 11864 E. 9446 K.), gabin ve ikraha aynı davada birlikte dayanılamayacağını (Y.1.HD. 22.3.1988 T. 1988/13917 E. 1988/3505 K.), muvazaya ve gabin iddiasının aynı davada birlikte ileri sürülemeyeceğini (Y.1.HD. 25.1.1989 T. 1988/11279 E. 1988/472 K. ; YHGK. 20.11.1957 T. E.2/59 K.56), gabin iddiasına dayalı olayın hukuki mahiyetinin gabin olmaması halinde tanık dinletilemeyeceğini (Y.1.HD. 28.3.1949 T. 1029 E. 1490 K.) vurgulamıştır.

TBK’nın “Aldatma” başlıklı 36.maddesi kapsamında ise sözleşmenin kurulum aşamasında hileden söz edebilmek için aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının zorunlu şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin yapılması arasında tabii bir illiyet bağı bulunmalıdır. Şayet aldatılan, aldatma fiilini öğrenmiş olsaydı bile aynı içerikte aynı sözleşmeyi yapacak idiyse, aldatma ile sözleşmenin kurulması arasında nedensellik bağı bulunmadığı için aldatmadan söz edilemez (Prof.Dr.Fikret EREN, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 14.Baskı, Ankara 2012, s.400). Yani aldatma kastının bulunmaması halinde aldatma, kurucu unsurlarından biri mevcut olmadığı için gerçekleşmez. İhmale dayanan aldatma ise TBK.m.36 anlamında aldatma sayılmaz (Prof.Dr.Fikret EREN, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.399). Tekraren belirtmek gerekir ki aldatma ile hukuki muamele arasında sebep-sonuç ilişkisi “illiyet” bağının bulunması gerekir. Bir başka anlatımla hukuki muamele, aldatma sonucu yapılmalıdır. Aldatmaya rağmen hukuki muamele başka bir nedenden yapılmış ise hukuki muamele “sözleşme’’ aldatma olmasa da yine aynı şekilde yapılacaksa, illiyet bağının bulunduğu söylenemez. Dolayısıyla da aldatma nedeniyle hukuki muamelenin iptali istenemez (Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Yanılma Aldatma Korkutma Davaları (Hata/Hile/İkrah Davaları) 4. Baskı, Ankara 2019, s.205).

Aldatmayı ispat ise HMK.m.190, TMK.m.6 hükmü uyarınca aldatılana düşer. Aldatanın da aksini ispat hakkının bulunduğu kuşkusuzdur. Aldatan, aldatılanın aldatma fiili olmasaydı yine aynı sözleşmeyi yapacağını ispat ederse aldatma sebebiyle sözleşmenin iptali ve tazminat istenemez (Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Yanılma Aldatma Korkutma Davaları (Hata/Hile/İkrah Davaları), s.209-211). Bu kapsamda hile iddiasına dayalı davalarda dinlenen davacı tanıklarının beyanları görgüye dayalı bilgiler olmayıp, tanıklar davacının beyanlarına atıf yapmak suretiyle beyanda bulunmuşlarsa, hile iddiası ispatlanamamış demektir (YHGK. 23.06.1999 T. 13-533 E. 533 K).

Tüm bu hususlarla birlikte her ne kadar Borçlar Kanununun aldatmaya ilişkin hükümlerinde belirtilmemişse de sözleşmeyle bağlı olmama hakkının da kötüye kullanılmaması gerektiği Medeni Kanunun 2.maddesinin genel nitelikteki hükmü gereğidir. Nitekim bu kural yanılmaya ilişkin TBK.m.34/1 hükmünde tekrarlanmıştır. O halde aldatmada da aldandığını iddia eden tarafın sözleşmeyle bağlı olmama hakkını dürüstlük kuralları içerisinde kullanması gerekir (Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Yanılma Aldatma Korkutma Davaları (Hata/Hile/İkrah Davaları), s.207-208).

Konuya Yargıtay uygulaması açısından bakıldığında ; hile iddialarında noter senedinin sahteliği iddia edilmediği takdirde senedin okunduğu ve davacının arzusuna uygun düzenlendiği ve kesin delil teşkil ettiği, hile iddiasına ilişkin tanık dinletilemeyeceği kabul edilir (YHGK. 06.07.1960 T. 1/61 E. 47 K.). Yine Yargıtay kararlarında davacının serbest iradesiyle yapmış olduğu temlikten sonra gerçekleşen, iradeyi bozan olayların akdin sıhhatini etkilemeyeceği (Y.1.HD. 05.04.2016 T., E.836 – K.4088 ; Y.1.HD. 17.09.2009 T. 7533 E. 9288 K), hile olarak iddia olunan olayın hayatın olağan akışına ters düşmemesi gerektiği (Y.13.HD. 08.06.1999 T. 4522 E. 4669 K.), noter nezdinde imzalanan belgenin kendisine okunmadığını veya değişik şekilde okunduğunu ileri sürerek sahteliği iddia edilmedikçe, hata ve hileye düşürüldüğünden söz ederek tanık dinletilemeyeceği (Y.1.HD. 12.02.1988 T. 6593 E. 9335 K. ; Y.1.HD. 24.11.1986 T. 11332 E. 12293 K. ; Y.4.HD. 12.03.1970 T. 531 E. 2050 K.), boş belgeye imza atan kişinin hile iddiasına dayanamayacağı ve tanık dinletemeyeceği (Y.13.HD. 18.02.1976 T. 102 E. 1156 K. ; Y.13.HD. 17.09.1975 T. 982 E. 5332 K.), bedelsizlik iddiasına dayanılarak tanık dinletilemeyeceği (Y.4.HD. 20.12.1971 T. 9204 E. 10742 K.), boş belgeye imza atma olayının hile vasfında olmadığı, bu nedenle tanık dinletilemeyeceği (Y.TD. 26.01.1970 T. 160 E. 304 K. ; Y.4.HD. 17.03.1966 T. 3624 E. 3397 K. ; Y.4.HD. 13.07.1965 T. 1383 E. 3753 K.), paranın alındığına ilişkin belgenin, hile ile alındığının kabulü için, olayların hile niteliğinde olması gerektiği, paranın verildiği yazılı belge karşısında davalının, ayrıca ispatla yükümlü olmayıp davacının ileri sürdüğü hile olayını ispatla yükümlü olduğu (Y.4.HD. 02.11.1968 T. 4138 E. 9267 K.), düzenlenen belgeyi okumama durumunun hile olarak nitelendirilebilmesinin; davalının veya üçüncü kişinin, bu okumamayı sağlayıcı bir davranışın olayda ispatlanmasına bağlı olduğu, itimat üzerine belgeyi okumadan imza eden tarafın, hile iddiasına dayanamayacağı, saikte hatanın, hile sayılmadığı (Y.4.HD. 23.03.1968 T. 4668 E. 2754 K.), noterde düzenlenen belgenin iradeyi yansıtmadığı iddiasının hile olarak dinlenemeyeceği, bu durumda tanık da dinletilemeyeceği  (Y.4.HD. 21.04.1966 T. 4897 E. 4710 K.), paranın sonradan verileceğine inanarak sözleşmenin imzalanması halinde, hile değil itimadi muamelenin söz konusu olduğu, bunu ispat için tanık dinlenemeyeceği (Y.4.HD. 15.11.1965 T. 8101 E. 5889 K.), sattığı taşınmazların bedelini almadığı halde almış gibi noter senedi düzenleyen kişinin hileye düşürüldüğünün düşünülemeyeceği, bedelsizlik iddiasının da tanıkla ispat edilemeyeceği (Y.4.HD. 16.01.1956 T. 7399 E. 157 K.) vurgulanmıştır (Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Yanılma Aldatma Korkutma Davaları (Hata/Hile/İkrah Davaları), s.366 vd.).

Tüm bu hususlarla birlikte anonim şirketlerde nama yazılı hisse senetlerinin devri usulüne de değinmek gerekir. Bilindiği üzere 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun “Nama Yazılı Payların ve Pay Senetlerinin Devrinde İlke” başlıklı 490.maddesinde; (1) Kanunda veya esas sözleşmede aksi öngörülmedikçe, nama yazılı paylar, herhangi bir sınırlandırmaya bağlı olmaksızın devredilebilirler. (2) Hukuki işlemle devir, ciro edilmiş nama yazılı pay senedinin zilyetliğinin devralana geçirilmesiyle yapılabilir.” şeklinde düzenleme mevcuttur. Bu kapsamda TTK.m.490 anonim şirketlerde nama yazılı payların devrini düzenlemekte olup nama yazılı paylar, kanunda veya esas sözleşmede aksi yazılı olmadıkça herhangi bir sınırlamaya bağlı olmadan devredilebilir (Prof.Dr.Kemal ŞENOCAK – Dr.Aysel ÇETİNKAYA UYAR, Şirketler Hukuku Şerhi Cilt-III, 1.Baskı, Ankara 2023, s.3055 ; Prof.Dr.Ünal TEKİNALP, Sermaye Ortaklıklarının Yeni Hukuku, 5.Bası, İstanbul 2020, s.157). Nitekim TTK’nın 490/2.maddesinde nama yazılı hisse senetlerinin ciro yoluyla devredileceğinin öngörülmüş olması, alacağın temliki yoluyla devrine engel değildir. Bu nedenle esas sözleşmede devir şekli hakkında herhangi bir hüküm yoksa nama yazılı hisse senetleri, TBK.m.183 vd hükümlerine göre alacağın temliki yoluyla da devredilebilir (Prof.Dr.Hasan PULAŞLI, Şirketler Hukuku Şerhi Cilt-II, 3.Baskı, Ankara 2018, s.2040 ; Aynı yönde Prof.Dr.Hayri DOMANİÇ, Anonim Şirketler Hukuku ve Uygulaması, TTK Şerhi Cilt-II, İstanbul 1988, s.1305 ; Prof.Dr. Oğuz İMREGÜN, Anonim Ortaklıklar, 3.Baskı, İstanbul 1974, s.277 ; Prof.Dr.Reha POROY – Prof.Dr.Ünal TEKİNALP – Prof.Dr.Ersin Çamoğlu, Ortaklıklar Hukuku II, 13.Baskı, İstanbul 2017, s.127-128 ; Prof.Dr.Halil ARSLANLI, Anonim Şirketler Umumi Hükümler, 3.Bası, İstanbul 1960, s.181 ; Dr.Jur.Mevci ERGÜN, Anonim Şirketler Hukuku, 1.Baskı, Ankara 2021, s.789 ; Dr.Aydın Alber YÜCE, Şirketler Hukuku, 1.Baskı, Ankara 2022, s.354). Çünkü yasanın açıkça yasaklanmadığı bir devir şeklini yasaklamak hukuki olamaz. Ayrıca nama yazılı pay senetlerinin bir temlikname ile devrinin gerek pay sahipleri gerek ortaklık açısından hiçbir hukuki mahzuru da yoktur (Prof.Dr.Hasan PULAŞLI, Şirketler Hukuku Şerhi, s.2041 ; Aynı yönde Prof.Dr.Hasan PULAŞLI, Kıymetli Evrak Hukukunun Esasları, 7.Baskı, Ankara 2019, s.63-64). Bu husus TTK.m.490/2 hükmündeki ciro ifadesinin, temlik beyanı niteliği taşımasından da kaynaklanmaktadır (Prof.Dr.Güzin ÜÇIŞIK – Dr.Aydın ÇELİK, Anonim Ortaklıklar Hukuku Cilt-II, 1.Baskı, Ankara 2022, s.126). Görüldüğü üzere doktrinde bu konuda neredeyse görüş birliği vardır (Prof.Dr.Mehmet Bahtiyar, Ortaklıklar Hukuku, 15.Baskı, 2021 İstanbul, s.316-317).

Bahsi geçen alacağın temlikine ilişkin devir beyanı, kıymetli evrak üzerine yazılabileceği gibi ayrı bir kağıt, yani alonj üzerine de yazılabilir. Bu devir beyanı, alacağın temliki ile eş anlamlıdır (Yargıtay Onursal Daire Başkanı Gönen ERİŞ, TTK Hükümlerine Göre Kıymetli Evrak, 2.Baskı, Ankara 2016, s.194 ; Prof.Reha POROY - Prof.Dr.Ünal TEKİNALP, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, 23.Bası, İstanbul 2019, s.85-86 ; Dr.Tamer BOZKURT, Kıymetli Evrak Hukuku, 7.Baskı, İstanbul 2012, s.37). Özetle nama yazılı senetlerin alacağın temliki yoluyla devrinde devredenin beyanı, mahiyeti itibariyle alacağı temlik edenin beyanıyla aynı olup TTK.m.647/2 hükmünden anlaşılacağı üzere, beyanın nereye yazıldığının önemi yoktur. Senedi devreden şahıs, devir beyanını bu senet üzerine yazılabileceği gibi, başka bir kağıt üzerine de yazabilir (Prof.Dr.Fırat ÖZTAN, Kıymetli Evrak Hukuku, 23.Baskı, Ankara 2019,s.41).

Yargıtay uygulamasında da nama yazılı pay senetlerinin alacağın temliki yoluyla devrinin mümkün olduğu vurgulanmaktadır (YHGK. 12.11.2014 T. 2014/11-801 E. 2014/891 K. ; Y.11.HD. 27.10.2015 T. 2014/15601 E. 2015/11180 K. ; Y.11.HD. 15.06.2009 T. 2008/3401 E. 2009/7321 K. ; Y.11.HD. 15.06.2009 T. 2008/3401 E. 2009/7321 K. ; Y.11.HD. 08.11.2004 T. 2004/1848 E. 2004/10978 K.). İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi kararlarında da nama yazılı pay senetlerinin alacağın temliki yoluyla devrinin mümkün olduğu belirtilmiştir; İstanbul BAM 43.Hukuk Dairesi’nin 7.4.2022 Tarihli 2022/623 Esas 2022/441 Karar Sayılı ilamında; “…Anonim şirketlerde, nama yazılı pay senetlerinin devri için BİR TEMLİK BEYANI veya senedin arkasında tam bir cironun yapılması, ayrıca senet üzerindeki zilyetliğin devir ve teslimi gerekir. Nama yazılı pay senedinin devri şirkete karşı ancak pay defterine kayıtla hüküm ifade eder ( 6762 Sayılı TTK m.416; 6102 Sayılı TTK m. 490 ). Pay defterine kayıt işlemi kurucu değil, açıklayıcı niteliktedir. Devrin geçerliliğini etkilemediği gibi devir için kurucu bir etkiye de sahip değildir.” (Aynı yönde İstanbul BAM 12.Hukuk Dairesi’nin 28.3.2019 Tarihli 2018/320 Esas 2019/447 Karar Sayılı İlamı ; İstanbul BAM 13.Hukuk Dairesi’nin 27.2.2019 Tarihli  2018/476 Esas 2019/279 Karar Sayılı İlamı ; İstanbul BAM 13.Hukuk Dairesi’nin 21.01.2021 Tarihli 2020/1896 Esas 2021/37 Karar Sayılı İlamı ; Y.11.HD. 25.11.2019 T. 2019/416 E. 2019/7469 K. ; Y.11.HD. 13.11.2019 T. 2019/146 E. 2019/7131 K. ; Y.11.HD. 13.11.2019 T. 2019/288 E. 2019/7178 K.).

Tüm bu hususlarla birlikte TBK.m.183 kapsamında nama yazılı hisse senetlerinin alacağın temliki kuralına göre devri için yazılı devir beyanı ve senedin zilyetliğinin devralana geçirilmesi gerekir. Bu noktada TTK.m.647 gereği senedin fiilen teslimi şart olmayıp zilyetliğin diğer devir şekilleriyle de (zilyedliğin havalesini, kısa elden ve hükmen teslimi) devri mümkündür (Prof.Dr.Ersin ÇAMOĞLU, Kıymetli Evrak Hukukunun Temel İlkeleri, 1.Bası, İstanbul 2020, s.11-12). Eş söylemle burada zilyetliğin devri şartından, teslimi ve zilyetliğin diğer geçiriliş şekillerini, yani zilyetliğin havalesini (TMK.m.979 f. 2), kısa elden teslimi (TMK.m.977) ve hükmen teslimi (TMK.m.979, f. 3) kısaca teslimsiz devirleri anlamak gerekir (Prof.Reha POROY - Prof.Dr.Ünal TEKİNALP, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, 23.Bası, İstanbul 2019, s.85 ; Prof.Dr.Oruç Hamdi Şener, Ortaklıklar Hukuku, s.616 ; Aynı yönde Prof.Dr.iur.Fatih BİLGİLİ – Doç.Dr.Ertan DEMİRKAPI, 7.Baskı, Bursa 2020, s.365). Yani teslimsiz zilyetliğin geçirilmesi halleri de nama yazılı hisse devrinde geçerlidir (Prof.Dr.Hasan PULAŞLI, Şirketler Hukuku Şerhi Cilt-II, s.2039). Bu husus Yargıtay kararlarına da yansımaktadır (Y.11.HD. 17.01.2013 T. 2012/6540 E. 2013/875 K.).

Yukarıdaki açıklamalar ışığında işbu çalışmamızın temel konusu olan anonim şirketlerde nama yazılı hisse senetlerinin devrinin gabin ve hile nedenine dayalı iptali davaları incelendiğinde, Yargıtay’ın yukarıda gabin ve hile başlıkları altında yer alan kriterleri esas aldığı görülmektedir. Nitekim Yargıtay uygulamasına bakıldığında karşımıza şu sonuçlar çıkmaktadır;

Yargıtay şirkette uzun süre çalışmış birinin hisse devri sırasında şirketin mali durumunu bilmediğini iddia edemeyeceğini (Y.11.HD. 09.05.2014 T. 2014/1287 E. 2014/8882 K.), hisse devir sözleşmesinin taraflarının devir öncesi şirketin mali durumunu araştırmakla yükümlü olduğunu, bunun ihmali halinde tarafların gabin iddiasına dayanamayacaklarını (Y.11.HD. 05.11.2015 T. 2015/3202 E. 2015/11608 K. ; Y.11.HD. 04.04.2018 T. 2016/8651 E. 2018/2394 K.), hisse devreden tarafın devir öncesi şirketin bilanço ve malvarlığı durumunun kendinden gizlendiği iddiasını ispatla yükümlü olduğunu, bu iddiaya dayanarak iradesinin hile ve gabinle fesada uğratıldığını ileri süremeyeceğini (Y.11.HD. 13.2.2017 T. 2015/12457 E. 2017/741 K.) vurgulamaktadır.

Yine Yargıtay aile üyeleri arasındaki hisse devirlerinde 73 yaşındaki babanın oğluna yaptığı devirde şekil şartlarına uyulmuş ise hile iddiasının ispatlanamayacağını, davacının hisse devir iradesi olmadığına dair iddiasının dinlenemeyeceğini (Y.11.HD. 21.10.2020 T. 2019/5427 E. 2020/4319 K.), hisse devreden kişinin davalının annesi olması halinde annenin devrin gerçek bir devir olmadığından bahisle oğluna karşı muvazaa iddiasını ileri sürerek devrin iptalini isteyemeyeceğini, nitekim muvazaa iddiasının sözleşmenin taraflarınca ileri sürülemeyeceğini, kişinin kendi muvazaasına dayanamayacağını (Y.11.HD. 11.03.2015 T. 2014/16548 E. 2015/3316 K.), şirket hisse devrinin inançlı işlemle yapıldığı iddiasının ancak yazılı belgeyle ispatlanabileceğini, zira hisse devri yazılı yapıldıysa inançlı işlemin de yazılı belgeyle ispatlanabileceğini (İstanbul BAM 12.HD. 19.10.2022 T. 2019/2330 E. 2022/1453 K.), anonim şirketlerde hisse devrinde inançlı temlikin ancak yazılı delille ispatlanabileceğini, aksi takdirde ifanın aynı zamanda yapılmış (yani taraflar karşılıklı olarak borçlarını ifa etmiş) sayılacağını, ayrıca hile ve inançlı işlem iddiaları gibi birbiriyle çelişen iki argümanın aynı anda öne sürülemeyeceğini (Y.11.HD. 01.04.2019 T. 2018/329 E. 2019/2481 K.), hisse devrinin emaneten ve inançlı işlemle temlik edildiği iddiasının ancak yazılı belge ile ispatlanabileceğini, bedelin alındığına dair ibraname olması halinde davanın reddi gerektiğini (Y.11.HD. 18.6.2019 T. 2017/5158 E. 2019/4559 K.) vurgulamıştır.

Yine Yargıtay noter nezdinde hisse devri gerçekleştiren kişinin, bedeli nakden aldığına dair beyanın bağlayıcı olduğu, ibra halinde hisse devir bedeline ilişkin alacak talebinde bulunulamayacağı (Y.11.HD. 18.6.2019 T. 2017/5158 E. 2019/4559 K.), hisse devir sözleşmesi noterde yapıldıysa ve ibra var ise gabin iddiasının ileri sürülemeyeceği (Y.11.HD. 14.1.2002 T. 2001/7787 E. 2002/58 K.), eğer noterdeki sözleşmede hisseye karşılık gelen meblağın ödendiği yazıyorsa, adi yazılı sözleşmedeki ödemeye dair kayıtların dikkate alınamayacağı (Y.11.HD. 19.04.2016 T. 2015/7860 E. 2016/4355 K.) görüşündedir.

Yine Yargıtay şirket hisse devirlerinde edimler arasında açık nispetsizlik iddiasına dayalı davanın hisse devrinden itibaren 1 yıllık hak düşürücü süre içinde açılması gerektiğini, hisse devri üzerinden 4 yıl geçtikten sonra bu iddianın ileri sürülemeyeceğini (Y.11.HD. 18.3.2021 T. 2020/1568 E. 2021/2622 K.), hisse devrinin hile nedeniyle iptali isteminin de 1 yıllık hak düşürücü süreye tabi olduğunu (Y.11.HD. 19.2.2018 T. 2016/13155 E. 2018/1197 K.), anonim şirketlerde aynı hissenin iki ayrı hisse devir sözleşmesine konu olması halinde ilk devir sözleşmesinin geçerli sayılacağını, hisse devrinin geçişinde pay devrindeki kaydın kurucu değil açıklayıcı nitelikte olduğunu (Y.11.HD. 25.11.2019 T. 2019/416 E. 2019/7469 K.), pay devrine ilişkin uzun süre sessiz kaldıktan sonra pay devrine itiraz etmenin mümkün olmadığını, itirazsız geçen uzun sürenin muvafakat anlamına geldiğini (Y.11.HD. 19.11.2019 T. 2018/1515 E. 2019/7322 K.) vurgulamıştır.

Yine Yargı uygulamasında devir bedel ile reel bedel arası farkın tek başına hileyi ispatlayamayacağı (Y.11.HD. 2.12.2019 T. 2019/1129 E. 2019/7709 K.), pay devri sözleşmesinde bedelin ödendiği yazıyorsa ve ibraname alınmışsa devrin iptalinin istenemeyeceği (Y.11.HD. 21.6.2011 T. 2009/8549 E. 2011/7510 K.), hisse devir bedelinin görüşmeler sonucu belirlendiği ve davacının sunduğu teklifin kabul edildiği durumlarda davalının sömürme kastıyla hareket etmediği (İstanbul BAM 43.Hukuk Dairesi 25.02.2021 T. 2020/684 E. 2021/212 K.), hisse devir sürecinde görüşmeler ve pazarlıklar gerçekleştirildiği takdirde davalının sömürme kastıyla hareket ettiğinin ispatlanamayacağı (Y.11.HD. 2.11.2022 T. 2021/3636 E. 2022/7703 K.), hisse devrinde hile iddiasında bulunan tarafın iddiasını ispatla yükümlü olduğunu ayrıca hisse devrine ilişkin ibraname verilmişse devrin geçersizliğinin iddia edilemeyeceği (Y.11.HD. 21.6.2011 T. 2009/8549 E. 2011/7510 K.), şirket hisse devir sözleşmelerinde hile ve gabin iddialarının ancak somut deliller ileri sürüldüğü takdirde ispatlanabileceği (Y.11.HD. 28.11.2022 T. 2021/8417 E. 2022/8430 K.) vurgulanmıştır.

Son olarak hisse devir bedelinin ödenip ödenmediğine ilişkin Yargı kararlarında; salt devir bedelinin düşük olmasının sözleşmenin davacının hile ile hataya düşürülerek, iradesinin sakatlandığı ve sözleşme yapmaya sevk edildiğini ispat yönünden yeterli olmadığı (Y.11.HD. 21.6.2022 T. 2021/1137 E. 2022/5091 K.), hisse devrinde elden ödenecek meblağı almadığını iddia eden tarafın bunu ispatla yükümlü olduğu (Y.11.HD. 13.11.2019 T. 2018/2489 E. 2019/7145 K.), anonim şirketlerde hisse devir sözleşmesinin taşınır satımı kurallarına tabi olduğu, TBK.m.182/2 gereği hisse devir bedelinin ödendiğine dair karine olduğu, bedelin alınmadığına dair ispat yükünün devredene ait olduğu (Y.11.HD. 27.3.2015 T. 2014/18795 E. 2015/4323 K.), anonim şirketlerde hisse devir protokolü imzalanıp temlik yapılıp, devir yönetim kurulunca onaylandıktan sonra hisse bedelinin ödenmediği iddiasının dinlenemeyeceği (Y.11.HD. 04.04.2016 T. 2015/9079 E. 2016/3630 K.), hisse devir protokolünde bedelin alındığı yazıyorsa aksi bir iddiada bulunulamayacağı, bu durumda devir bedeli ile reel bedel arasındaki farkın hesaplanmasına dair talebin dinlenemeyeceği (Y.11.HD. 15.11.2017 T. 2016/4254 E. 2017/6224 K.), TBK.m.182 gereği hisse devrinde peşin satışın esas olduğu (Y.11.HD. 20.6.2017 T. 2016/4870 E. 2017/3892 K.), devir sözleşmesinde açıkça “meblağın ödenmemesi halinde hisselerin iade olunacağı yazmıyorsa’’ hisse devrinin iptalinin istenemeyeceği (Y.11.HD. 21.10.2020 T. 2020/218 E. 2020/4322 K.), devir bedelinin ödenmediği iddiasının ispatının davacıya ait olduğu (Y.11.HD. 25.2.2019 T. 2017/4902 E. 2019/1520 K.), hisse devir sözleşmesinde paranın alındığına dair kaydın geçerli olduğu, bu konuda VUK hükümlerine dayanarak ispat yükünün hisse alıcısına yüklenemeyeceği, nitekim özel hukuk ilişkilerinde TBK ve TTK’ya nazaran VUK hükümlerinin özel kanun niteliğinde olmayıp ispat yükünü değiştiremeyeceği (Y.11.HD. 24.9.2014 T. 2014/7265 E. 2014/14434 K.), taraflar arasındaki bedelde muvazaa iddiasının ancak yazılı delille ispatlanabileceği (Y.11.HD. 6.5.2019 T. 2018/1986 E. 2019/3440 K.) vurgulanmaktadır.

Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 23.02.2022 Tarihli 2020/2142 Esas 2022/1208 Karar Sayılı ilamı; “…davacıların gerek eğitim, gerekse sosyal ve ekonomik yönden ortalamanın üzerinde bir yaşam standardına sahip oldukları, alınan bilirkişi raporlarına göre HİSSE DEVRİNE İLİŞKİN EDİMLER ARASINDA BİR ORANSIZLIĞIN VARLIĞININ ANLAŞILDIĞI, davacıların ileri sürdükleri miras bırakanın ölümü, şirketlerin mali yükümlülükleri veya karşılığı bulunan diğer borçların bulunması, gabindeki subjektif unsur olan zor durum sayılmayacağı, DAVACILARIN EĞİTİM DÜZEYLERİ VE SOSYAL ÇEVRELERİ İTİBARİ İLE ŞİRKET HİSSELERİNİN VE SAHİP OLDUĞU MAL VARLIĞININ DEĞERLERİNİ ARAŞTIRIP BİLEBİLECEK DURUMDA OLMALARI NEDENİYLE DÜŞÜNCESİZLİKLERİNDEN VEYA DENEYİMSİZLİKLERİNDEN DE BAHSEDİLEMEYECEĞİ, dolayısıyla ileri sürülen aşırı yararlanma (gabin) hukuksal nedeninin yasal unsurlarının bir arada bulunmadığı, ...’ın hangi kasıtlı söz ve davranışıyla sözleşme yapmaya ikna edildikleri konusunda somut bir iddia ve kanıt sunulmadığı, HİSSELERİN VE ŞİRKETE AİT BODRUM'DAKİ TAŞINMAZIN GERÇEK DEĞERLERİNİN DAVACILAR TARAFINDAN HER ZAMAN ARAŞTIRILMASININ OLANAKLI OLDUĞU, DAVACILARIN SOSYAL VE EKONOMİK DURUMLARI İLE EĞİTİM DÜZEYLERİNİN BU KONUDA YANILGIYA DÜŞÜRÜLMELERİNİ ENGELLEYECEK YETERLİLİKTE OLDUĞU, vefattan yaklaşık bir yıl sonra gerçekleştirdikleri hisse devrinde, ölüm olayından duyulan üzüntü ve düşülen zor durumdan yararlanıldığı iddiasının da bu nedenle yerinde görülmediği, dava konusu HİSSE DEVİRLERİNİN DAVACILARIN SOSYAL VE EKONOMİK DURUMLARI İLE EĞİTİM DÜZEYLERİ DİKKATE ALINDIĞINDA TAMAMEN SÖZLEŞME SERBESTİSİ İLKESİ ÇERÇEVESİNDE GERÇEKLEŞTİRİLDİĞİ, davacıların ileri sürdüğü gabin veya hile hukuksal nedenlerinin yasal unsurlarının oluşmadığı, edimler arasındaki oransızlığın tek başına sözleşmenin hükümsüzlüğü sonucunu doğurmayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacılar vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince, davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Kararı, davacılar vekili temyiz etmiştir. …Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.”

Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 31.10.2014 Tarihli 2014/494 Esas 2014/16558 Karar Sayılı ilamı; Davalı vekili, muris A. A.'nun vefatının ardından davacıların işlerin idaresinin müvekkili tarafından sürdürülmesini talep ettiklerini, …ORTAKLIKTAN AYRILMA İSTEĞİNİN DAVACILARDAN GELDİĞİNİ, bunun üzerine her iki şirketinde müştemilatıyla yerinde kalmak kaydıyla paylaşıp hisse devrinin yapılmasına karar verildiğini, HER İKİ TARAFIN DA MUHASEBE İŞLERİNİ GÖREN MÜŞAVİRLİK ŞİRKETİ TARAFINDAN ŞİRKETLERİN DEĞERLERİNİN TESPİT EDİLDİĞİNİ, tarafların karşılıklı isteklerine uygun, adil olarak paylaştırma yapıldığını, davacıların bilgi alma konusunda hiçbir şekilde engellenmediğini, davacıların müvekkilinden kaynaklanan bir zararının bulunmadığını savunarak, asıl ve birleşen davanın reddini talep etmiştir. …Gabinden söz edilebilmesi için , objektif unsur olan edimler arası açık oransızlık yanında; bir tarafın darda kalma, tecrübesizlik, düşüncesizlik (hafiflik) hallerinin bulunması, diğer yanın ise yararlanmak, sömürmek kastını taşıması biçiminde iki subjektif unsurun dahi gerçekleşmesi gerekmektedir. Mahkemece, gabinin objektif unsuru olan edimler arası aşırı oransızlıktan hareketle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş ise de, yukarıda açıklandığı şekilde gabinin subjektif unsurları bakımından herhangi bir değerlendirme yapılmaması doğru görülmemiş, hükmün temyiz eden davalı yararına bozulması gerekmiştir.”

İstanbul BAM 43.Hukuk Dairesinin 29.04.2021 Tarihli 2020/311 Esas 2021/556 Karar Sayılı ilamı; “…Davacı taraf, şirketle ilgili kendisine bilgi verilmediğini, bilgi, belge ve kayıtlara ulaşmasının da engellendiğini, kendileri de hisselerini devreden ağabeyleri ile davalıların ortaklığın finansal yapısının iyi gitmediği yönünde telkinlerde bulunarak ve şirketin borca batık olduğu, ipoteklere bağlandığı, tasfiye aşamasına geçilmesi gerektiği belirtilerek şirket hisselerini devretmeye zorladıklarını, kendisinin şirketin finansal yapısı konusunda bilgi sahibi olmadığını, devrin davalılar ve AĞABEYLERİNİN YÖNLENDİRMELERİ İLE GERÇEKLEŞTİĞİNİ, devirden sonra şirketin faaliyetlerine devam ettiğini, ağabeylerinin ortaklıktan ayrıldıktan sonra otel alma girişiminde bulunduklarını, davalıların ağabeyleri ile birlikte hareket ederek ağabeylerine gayri resmi olarak belirtilen miktarın çok üstünde ödeme yapılarak hep birlikte davacıyı aldatarak dava konusu hisse devir işleminin gerçekleştiğini iddia etmiştir. …Mahkemece dinlenen tanık anlatımlarına göre, şirkette ortaklık yapısını oluşturan aileler arasında ihtilaf çıkınca hisse devrinin gündeme geldiği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra davacı tanığı "şirket iflas ediyor, zarar eder yarın hiçbir şey alamayız" diyerek kardeşlerinin ikna etmesi ile davacının kardeşleri ile birlikte hisseleri sattıklarını beyan etmiştir. Bu kapsamda tanık anlatımları dahil davacının hisselerini devretmesi amacıyla davalıların aldatma kabul edilebilecek bir davranışı ispatlanamamıştır. Bunun gibi davalı ortakların davacının ağabeylerine anlaşılan miktarın üstünde bir ödeme yaptıkları ile davalıların davacının ağabeyleri ile işbirliği içinde oldukları da ispatlanabilmiş değildir. DAVACI TANIĞININ BEYANINDA GEÇTİĞİ ŞEKLİYLE ŞİRKETİN YENİ FABRİKALAR AÇMASI VE DURUMUNUN İYİLEŞMESİ DURUMU İLE DAVACININ AĞABEYLERİNİN HİSSE DEVRİNDEN SONRA OTEL ALMA GİRİŞİMİNDE BULUNMALARI DAVACININ, HİSSELERİNİ DEVRETMESİ İÇİN DAVALILAR TARAFINDAN ALDATILDIĞINI İSPATLAMAYA ELVERİŞLİ DEĞİLDİR. Ayrıca davacının zor durumundan istifade edilerek gabin hükümlerinin temel alınmasına bir engel olmadığı ileri sürülmüş ise de, davacıyı hisse devrine sevk eden zor duruma ilişkin dosya kapsamında herhangi bir açıklama bulunmadığı gibi bir ispatta söz konusu değildir. Bu nedenle Mahkemece asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. HMK'nın 355. Maddesi uyarınca kamu düzenine aykırılık ve istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılan istinaf incelemesi sonunda; ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığından davacı vekilinin istinaf başvurusunun asıl ve birleşen dava yönünden ayrı ayrı reddine karar vermek gerekmiştir.’’

SONUÇ OLARAK; TBK.m.28’de düzenlenen aşırı yararlanma (gabin) müessesesinden yararlanılabilmesi için gabinin kümülatif nitelikteki objektif ve subjektif unsurlarının varlığının kanıtlanması gerekir. Bu kapsamda Yargıtay uygulaması ve doktrinde ifade edildiği üzere, aşırı yararlanmanın objektif unsuru olan edimler arası açık oransızlık mevcutsa ve fakat sübjektif unsurdan en az birisi mevcut değilse, edimler arası açık oransızlık tek başına gabin iddiasının kanıtlanmasına yetmez. Gabinin objektif unsuru incelenirken ise sözleşmenin kurulmasından sonra edimlerin değerlerinde meydana gelen değişiklikler göz önüne alınamayacağı gibi, bir tarafın edime verdiği sübjektif değer de dikkate alınamaz. Yani edim ve karşı edim arasındaki açık oransızlık, sözleşmenin yapıldığı zaman ve yerdeki piyasa pazar, arz ve talep şartlarına göre mevcut olmalıdır. Sonraki oransızlık aşırı yaralanmanın bu unsurunu oluşturamaz. Gabinin subjektif unsuru olan düşüncesizlik ve deneyimsizlik koşulunun bulunup bulunmadığı araştırılırken ise, tarafların kültürel, eğitim ve sosyal konumları göz önünde tutulmalıdır. Eğitimli, bu konularda deneyimli bir kişinin sömürülmesi iddiası araştırılırken, eğitimsiz ve deneyimsiz kişilere nazaran daha sıkı davranılması gerekir. Yine aşırı yararlanmadan söz edebilmek için, kişinin içinde bulunduğu bu sübjektif olumsuz koşullardan diğer tarafın yararlanmış bulunması, yani onu sömürmüş bulunması gerekir. İşte bu şartlar kümülatif nitelikte olup birinin dahi eksikliği halinde gabin iddiası dikkate alınamaz. Yine bir sözleşmede hileden söz edebilmek için aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının zorunlu şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin yapılması arasında tabii bir illiyet bağı bulunmalıdır. Yani aldatma kastının bulunmaması halinde aldatma, kurucu unsurlarından biri mevcut olmadığı için gerçekleşmez. Aldatmaya rağmen hukuki muamele başka bir nedenden yapılmış ise hukuki muamele “sözleşme’’ aldatma olmasa da yine aynı şekilde yapılacaksa, illiyet bağının bulunduğu söylenemez. Dolayısıyla da aldatma nedeniyle hukuki muamelenin iptali istenemez. Aldatmayı ispat ise HMK.m.190, TMK.m.6 hükmü uyarınca aldatılana düşer. İşte bu hususlar işbu yazımıza konu anonim şirket nama yazılı hisse senetlerinin devrinin gabin ve hile iddiasına dayalı iptali davalarında da Yargıtayca dikkate alınmaktadır.