Video ve görüntü kayıtlarının elde edilmesi açısından ikili bir ayrım yapılmalıdır. Buna göre delilin; özel kişiler tarafından elde edilmesi ile soruşturma ve kovuşturma makamları tarafından elde edilmesi durumları, ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Özel kişiler tarafından elde edilen görüntü ve video kayıtlarının hukuka aykırı olup olmadığı konusunda bir görüşe göre, özel kişinin yaptığı hukuka aykırılığın ağırlığına bakılması gerekir[1]. Bu ağırlığın belirlenmesinde, özel kişinin, temel hak ve özgürlükleri ihlal edip etmediği değerlendirilerek sonuca varılmalıdır[2]. Diğer bir görüşe göre ise, CMK’da delil yasakları bakımından bir ayrım yapılmamış olup, delil yasakları herkes için geçerli olacak şekilde düzenlenmiştir. Bu nedenle, hukuka aykırı delil sunma kavramı, soruşturma ve kovuşturma makamları yanında özel kişileri de bağlamaktadır[3]. CMK m.217/2 hükmüne göre, “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir”. Görüldüğü gibi kanun, delilin özel veya kamusal makamlar tarafından elde edilmesine ilişkin bir ayrım yapmaksızın, delilin, hukuka uygun şekilde elde edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Kanunun ayrım yapmadığı yerde bizim de ayrım yapmamamız gerekir (bi lex non distinguit, nec nos distinguere debemus)[4]. Bu ilke uyarınca, genel anlam ifade eden bir hükmün kapsamına bir şeyin girip girmediği konusunda tereddüt varsa, bu şeyin, hükmün kapsamına girdiği kabul edilir[5]. Bu itibarla, özel kişiler tarafından elde edilen delillerin de hukuka aykırı olması durumunda, aykırılığın ağırlığına bakılmaksızın, bu delillerin hükme esas alınamaması ve kullanılamaması gerekir kanaatindeyiz. Yargıtay, “sanığın kendisine karşı işlenmekte olan bir suçla ilgili olarak bir daha kanıt elde etme ve yetkili makamlara başvurma imkanının olmadığı ani gelişen olaylar” sırasında alınan görüntü, ses ve video kayıtlarının hukuka uygun delil niteliğinde olabileceğini; planlı, sırf delil veya ikrar elde etmek maksadıyla alınan görüntü ve video kayıtlarının hukuka aykırı olacağını ifade etmektedir[6].

Soruşturma ve kovuşturma makamları ise, CMK’da öngörülen hukuki mekanizmalara işlerlik kazandırmak suretiyle görüntü ve video kaydı elde edebilir. CMK m.140 hükmünde belirtilen suçlar özelinde, “somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebepleri bulunması ve başka suretle delil elde edilememesi hâlinde, şüpheli veya sanığın kamuya açık yerlerdeki faaliyetleri ve işyeri teknik araçlarla izlenebilir, ses veya görüntü kaydı alınabilir” denilerek soruşturma ve kovuşturma makamları tarafından görüntü ve ses kaydı alınabilmesine olanak sağlanmıştır. MOBESE kameraları üzerinden gerçekleştirilen video ve görüntülerin hukuka uygunluğu konusunda ise, bunların kanuni bir dayanağının olup olmadığına bakılmalıdır. Zira MOBESE, temel hak ve özgürlüklere müdahale niteliğinde olup Anayasa m.13 gereğince kanunla düzenlenmesi gerekir. Türkiye’de MOBESE kayıtlarının hangi amaçlarla kullanılabileceği hususu kanunla ayrıntılı biçimde düzenlenmemiştir. Oysa kişisel verilerin işlendiği böyle bir sistemin sağlam bir hukuki temele dayanmaması hem hukuk devleti anlayışıyla çelişmekte hem de kişiler açısından ciddi bir belirsizliğe yol açmaktadır[7]. Bu durumda, bir kimsenin suç şüphesi üzerine görüntülerinin alınması, izlenmesi ihtiyacı doğarsa, CMK m.140 gereğince teknik araçlarla izleme tedbirine başvurulması gerekir[8]. Yargıtay, MOBESE kayıtlarının hukuka uygun olup olmadığı bakımından ikili bir ayrım yapmaktadır. Buna göre, suçun işlenmesinden sonra geriye dönük olarak MOBESE kayıtlarının incelenmesi ve delil elde edilmesi hukuka uygun kabul edilmektedir[9]. Ancak işlenmekte olan bir suça ilişkin olarak şüphelinin bir süre izlenmesi ihtiyacı söz konusu olduğunda, MOBESE üzerinden izleme yapılması kabul görmemekte, CMK m.140 mucibince teknik araçlarla izleme kararı alınması gerektiği kabul edilmektedir[10].

Video ve görüntü kayıtları hukuka uygun şekilde elde edildikten sonra, kayıtların şüpheye yer bırakmayacak şekilde analiz edilerek bilirkişi raporu alınması gerekmektedir. Nitekim bir kararında Yargıtay:

“Mahkeme kabulü incelendiğinde sanıkların sübutu kabul edilen eylemlerinin katılan beyanları, görüntü tespit tutanakları ve bu görüntüler üzerinden aldırılan bilirkişi raporu ile tespit edildiği, bu kapsamda sanık ... hakkındaki oluşan her türlü kuşkuyu giderebilmek amacıyla öncelikle düzenlenmiş görüntü tespit tutanağı ve bilirkişi raporu ile yetinilmeyip; olaylar sırasında çekilmiş tüm fotoğraf ve video görüntülerinin ilgili yerlerden getirtilerek, sanık ...’dan temin edilecek mukayeseye elverişli fotoğraflarla birlikte Adli Tıp, TÜBİTAK veya TRT gibi uzman kuruluşlara gönderilmesi, söz konusu görüntü ve fotoğraflar üzerinde gerekli analizler yaptırılarak, görüntülerde sanığın kimliğinin tespiti ile gerçekleştirdiği eylemlerin (havaya yada hedef gözeterek ateş etme, vatandaşı engellemeye yönelik tüm davranışları gibi) kuşkuya yer vermeyecek şekilde tek tek belirlendikten sonra sanığın suç kastıyla hareket edip etmediği de karar yerinde tartışıldıktan sonra hukuki durumunun buna göre takdir ve tayini gerekirken eksik araştırma neticesinde yazılı şekilde hüküm kurulması yasaya aykırılık oluşturmaktadır[11]…”

şeklinde değerlendirme yapmıştır. Dolayısıyla, görüntü ve videolarda yer alan kimselerinin kimliğinin tespiti bakımından, görüntünün yapay olup olmadığı, görüntüde yer alan kimselerle sanıktan temin edilecek fotoğrafların kıyaslanarak bilirkişi raporu alınması gerektiği vurgulanmıştır.

detail-photo-fancybox-0

Av. Mehmet Talha IŞIK

--------------

[1] Feridun Yenisey ve Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku,12.Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2024, s.594.

[2] Ibid., s. 594.

[3] Murat Volkan Dülger ve Şaban Cankat Taşkın, Ceza Muhakemesi Hukuku, 2.Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2024, s.616.

[4] Kemal Gözler, “Yorum İlkeleri”, Kamu Hukukçuları Platformu Toplantısı, Ankara, 2012, s.33.

[5] Ibid., s.34.

[6] Yargıtay 4. CD, 15.01.2020 tarih ve E.2015/25539, K.2020/916: Somut olayda, katılanın, suç tarihinden yaklaşık bir yıl sonra sanık dışında başka kişilerle yaptığı konuşmada suça konu olaydan bahsederek dosyada mevcut tehdit içeren ses kaydını alması karşısında, ses kayıtlarını başka şekilde ispatlanması mümkün olmayan bir hal içerisinde mi yoksa bir planlama dahilinde mi kayda aldığı tartışıldıktan sonra ses kaydının hukuka uygun olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi bozma nedenidir”. Aynı yönde; Yargıtay CGK, 03.11.2020 tarih ve E.2016/868, K.2020/442, Yargıtay 4.CD, 26.02.2019 tarih ve E.2017/21973,K.2019/3037: Planlama dahilinde yapılan ses kaydı yasak delil kapsamındadır.

[7]Seçkin Koçer, “Kamusal Alanda Kameralı İzleme Sistemlerinin Hukuka Uygunluğu Üzerine Bir Değerlendirme”, TBB Dergisi, Sayı:163, 2022, s.3.

[8] Ibid., s.32.

[9] Yargıtay 17. CD, 12.06.2019 tarih ve E.2018/7126, K.2019/8933; “…zaman diliminin gece vakti olduğu, MOBESE kamerası görüntülerine göre suçun 20.37’de işlendiği anlaşılmakla…” ibaresine yer verildiği görülmektedir. Yargıtay 12. CD, 14.05.2019 tarih ve E.2017/9878, K.2019/6158:“…sanığın kusura, mahallinde keşif yapılmadan ve MOBESE kayıtları incelenmeden hüküm kurulduğunun…” ibaresi bulunmaktadır.

[10] Yargıtay 10. CD, 23.10.2023 tarih ve E. 2022/1846 ve K.2023/8954: “Yukarıdaki açıklamalar ve somut olay birlikte değerlendirildiğinde; sanık hakkında suç şüphesi oluştuktan sonra 5271 sayılı Kanun'un 140 ıncı maddesi uyarınca hâkim veya Cumhuriyet savcısından teknik araçlarla izleme kararı alınmaksızın KGYS kameraları ile sanığın ikametinin önüne odaklanarak gizli olarak izlenmesi, görüntülenmesi ve kayda alınması suretiyle elde edilen görüntü kayıtları ile M. Bayram'dan ele geçen uyuşturucu maddenin hukuka aykırı delil niteliğinde olduğu, bu şekilde elde edilen delillerin Anayasanın 38 inci maddesinin altıncı fıkrası, 5271 sayılı Kanun'un 206 ncı maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi, 217 nci maddesinin ikinci fıkrası ve 289 uncu maddesinin birinci fıkrasının (i) bendi uyarınca hükme esas alınamayacağı”.

[11] Yargıtay 3.CD, 06.06.2022 tarih ve E.2021/3244, K.2022/3651.