Bir insanı yakmak, öğretiyi savunmak anlamına gelmez; bir insanı öldürmek anlamına gelir’ CASTELLİO

...

Bugün 02 Temmuz 2019.  Sivas’ta, Madımak Oteli’nde nice canların yakılarak öldürülmesinin yirmi altıncı yıl dönümü. Ankara Barosu ve başkaca barolar, bu utanç verici olayın toplumun hafızasından silinmemesi, o gün orada hayatını yitiren insanların hatıralarına olan saygıları nedeniyle her 02 Temmuz da etkinlik düzenlerler.

Benim Ankara Barosu Başkanı olduğum 2005, 2006, 2007, 2008, 2009 yıllarında ve her 02 Temmuz’da düzenlediğimiz etkinliklerle, Baro olarak üzerimize düşen bu ahlakı görevi düzenli olarak yerine getirdik.

Düzenlediğimiz bu etkinlikler içerisinde, diğer yıllarda düzenlenenlerden farklı olanı, 05 Temmuz 2007 tarihinde düzenlediğimiz ve adını ‘Kurtulanların Tanıklığında Madımak/Canlı Tarih Çalışması’ adını verdiğimiz etkinlik olmuştur.

Bu etkinlikte, 02 Temmuz 1993 gününü bizzat yaşayanlar, o gün orada canlarını yitiren yurttaşlarımızın yakınları; yaşadıklarını, duygularını, acılarını ifade edecek bir platform bulmuşlar, etkinliğe katılanlara duygusal anlar yaşatmışlardır.

Bu etkinlik münasebetiyle Ankara Barosu’nun daha önce kitap haline getirdiği ‘Sivas Katliamı Davası’ isimli kitabın ikinci baskısı yapılmıştır.

Aşağıda 05 Temmuz 2007 tarihinde yapılan etkinliğin açılışında Baro Başkanı olarak yaptığım konuşmayı ve yine ‘Sivas Katliamı Davası’ isimli kitabın ikinci baskısına yazdığım önsözü sizinle paylaşıyor, 02 Temmuz 1993 tarihinde vefat eden her biri bir diğerinden değerli dostlarımızın aziz hatıraları önünde saygı ile eğiliyorum.

Açış Konuşması –

Değerli Konuklar, Sevgili Meslektaşlarım,

Sizleri Ankara Barosu adına, Yönetim Kurulu Üyesi arkadaşlarım adına ve şahsım adına sevgi ve saygı ile selamlıyorum.

Teknolojik ilerleme çağı olarak nitelenen geride bıraktığımız yüzyılın en önemli özelliği; ırksal, dinsel, kültürel veya siyasal farklılığa tahammülsüzlüğün yarattığı kitlesel durumlar olarak yaşanan barbarlıklardır.

Sözde aydınlanmış, sözde uygar, sözde modern toplumların bataklığa nedenli gömülebileceklerini gösteren en acı örnek Yahudi soykırımı ile başladı. Yahudilerin 1940’larda İngilizlerden terörist olarak gördükleri muamelelerin aynısını şimdi Filistinlilere uygulaması sadece şaşırtıcı bir ironidir. Ama insan soyuna karşı yapılabilecek en vahşi, en acımasız katliamların örneği olan Japonya’daki kentleri haritadan silmek için atılan atom bombası, Vietnam köylerinde kullanılan napalmlar, Bosna’da, Ruanda’da, Haiti’de ve şimdilerde Irak’ta işlenen cinayetler ironi değildir, sadece ve sadece utanç verici gerçeklerdir.

Küresel düzeyde yaşanan bu acıların, bu utançların benzerleri bizim ülkemizde de yaşandı, yaşanıyor. Çorum ve Kahramanmaraş katliamları, Sivas’ta Madımak Otelinde yaşanan vahşet, vatansever­ler terörünün marifetleri olan değerli bir yargıcımızın ölümü ile sonuçlanan Danıştay’a yapılan saldırı, Hrant Dink’in öldürülmesi, Trabzon’da, Malatya’da işlenen cinayetler, yıllardır bitmek bilmeyen terör belası bunun örnekleridir.

İnsanlık durumu hakkında kötümser, ama gerçekçi görüşlere öncülük eden Freud “Uygarlık ve Hoş­nutsuzlukları” isimli özgün eserinde: “İnsanlar sevilmek isteyen ve ancak saldırıya uğradıklarında ken­dilerini koruyan nazik canlılar değildirler; tam tersine, insanlar içgüdüsel donanımları içinde saldırganlığın güçlü bir yer bulduğu canlılardır… Bu zalim saldırganlık ya bir tahrik bekler ya da başkaca ılımlı yollarla da ulaşılabilecek bir amaca hiz­met eder. Kendisini sınırlayan zihinsel ve fiziki karşı güçlerin bulunmadığı elverişli koşullarda bu saldır­ganlık kendiliğinden ortaya çıkar, insan kendi türüne karşı yabancı ve vahşi bir canavar olarak kendini gösterir.” diyor.

Aydınlanmış aklın mirası olan Yahudi katliamı, Vietnam’da, Bosna’da, Ruanda’da, Haiti’de, Filistin’de, Irak’ta, Çorum’da, Kahramanmaraş’ta, Sivas’ta gördüğümüz zalim saldırganlık ve buna bağlı olarak yaşanan vahşet sadece Freud’u doğrulamıyor, aynı zamanda insanın varlık düzeyinden eşya düzeyine nasıl indirgendiğini de ortaya koyuyor.

Theodor Adorno, bir keresinde, “Yahudi katliamından sonra artık şiir yazılamayacağını” söylemişti. Yazıldı, hem de çok şiirler yazıldı, hala da yazılıyor ve daha da yazılacak. Bir kısmı yaşanan acılardan dolayı yazıldı, yazılıyor, yazılacak. Bir kısmı da yaşanan acılar unutulmadığı, unutulmaması gerektiği için yazıldı, yazılıyor, yazılacak. 

İşte! Sadece yaşadığımız bu coğrafyanın değil, tüm dünyanın tanıklık ettiği en büyük utançlardan, belki de en trajik insan hakları ihlallerinden birisi olan Sivas/Madımak Oteli katliamını ve bunu yapan canileri unutmamak, unutturmamak, orada düşüncelerinden, inançlarından dolayı katledilen insanlarımızın, dostlarımızın anısını yaşatmak ve hatta onlara şiirler yazmak, onlar için şiirler okumak üzere buradayız.

Sivas’ta Madımak Oteli’nde yitirdiğimiz insanlarımızın, dostlarımızın aziz hatırası önünde saygı ile eğiliyor, beni dinlediğiniz için size teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.

ÖNSÖZ

İnsanlık durumu hakkında kötümser ama gerçekçi görüşlere öncülük eden Freud “Uygar­lık ve Hoşnutsuzlukları” isimli özgün eserinde: “İnsanlar sevilmek isteyen ve ancak saldırıya uğradıklarında kendilerini koruyan nazik canlılar değildirler; tam tersine insanlar, içgüdüsel donanımları içinde saldırganlığın güçlü bir yer bulduğu canlılardır… Bu zalim saldırganlık ya bir tahr­ik bekler ya da başkaca ılımlı yollarla da ulaşılabilecek bir amaca hizmet eder. Kendisini sınırlayan zihinsel ve fiziki karşı güçlerin bulunmadığı elverişli koşullarda bu saldırganlık kendiliğinden orta­ya çıkar ve insan, kendi türüne karşı yabancı ve vahşi bir canavar olarak kendini gösterir.” diyor.

Geçmişteki her yüzyıl, tam da Freud’un işaret ettiği gibi “insanın kendi türüne karşı yabancı ve vahşi bir canavar olarak kendini gösterdiği” pek çok olaya tanıklık etmiştir. Ama her halde, insanlık tarihinin geride bıraktığı hiçbir dönemde 20. yüzyılda olduğu kadar acı ve utanç yaşanmamıştır. Onun için 20. yüzyıl, despotizmin, barbarlığın, işkencenin, insan onurunun, insan hak ve özgürlüklerinin acımasızca çiğnendiği utanç verici bir yüzyıl olmuştur.

İnsanlığın rezil olduğu bu yüzyıl bize, her kuramın ve ideolojinin koşulları oluştuğunda acımasız olabileceğini gösterdiği kadar, büyük dinlerden her birinin de kimi fanatiklerce özünden ve yüksek ahlaki hedeflerinden saptırılabileceğini ve hatta elini kana bulaştırabileceğini öğretmiştir.

Aydınlanmış aklın mirası olan, sözde aydınlanmış, sözde uygar, sözde modern toplumların bataklığa ne denli gömülebileceklerini gösteren en acı örnek bu yüzyılda ve Yahudi soykırımı ile başladı. Yahudi­lerin 1940’larda İngilizlerden terörist olarak gördükleri muamelelerin aynısını şimdi Filistinlilere uygu­laması hep birlikte tanık olduğumuz bir ironi olsa gerekir.

İnsan soyuna karşı yapılabilecek en vahşi, en acımasız katliamlardan olan Japonya’daki kentleri harit­adan silmek için atılan atom bombası, Vietnam köylerinde kullanılan napalmlar, Bosna’da, Ruanda’da, Haiti’de, Irak’ta işlenen cinayetler ise ironi olmayıp insanlık adına yaşanmış olan utançlardır.

Küresel düzeyde yaşanan bu acıların, bu utançların benzerleri bizim ülkemizde de yaşandı ve yaşanıyor. Çorum ve Kahramanmaraş katliamları, değerli bir yargıcımızın ölümü ile sonuçlanan Danıştay’a yapılan saldın, Hrant Dink’in öldürülmesi, Trabzon’da, Malatya’da işlenen cinayetler, PKK terörü başta olmak üzere diğer terör eylemleri, insanın varlık düzeyinden eşya düzeyine indirgenmesi­nin ülkemizde yaşanmış acı ve utanç verici örneklerdir.

Sivas/Madımak Oteli katliamı, sadece yaşadığımız bu coğrafyanın değil, tüm dünyanın tanıklık ettiği en büyük utançlardan ve belki de en trajik insan hakları ihlallerinden birisidir ve hiç kuşkusuz, kutsal bir dinin, hoşgörü ve insan sevgisi üzerine kurulu bir dinin, yüksek ahlaki değerleri ve hedefleri olan bir dinin, kimi fanatikler tarafından kötüye kullanılmasının en somut örneğidir.

Kendi yaşadığı yüzyılda tanıklık ettiği dinsel fanatizme isyan eden Victor Hugo, bu isyanını Fransız Parlamentosunda yaptığı unutulmaz konuşmasında bakın nasıl ifade ediyor: “Yıldızların düşmediğini söylediği için Pirinelli’yi dövdürten, kanın vücutta dolaştığını kanıtladığı için Harvey’e işkence eden on­lardır. Galileo’yu, Kristof Kolomb’u zindana attıran, Pascal’ı, Montaigne’i, Molier’i ahlak adına aforoz eden onlardır. Fransa’nın 300 yıldır yaydığı büyük ışık onları rahatsız ediyor. O ışık akıldan, ahlaktan ve vicdan­dan müteşekkildir. Gerçek mümin benim. Ey rahipler, sizler dinsizsiniz.”

Sivas/Madımak Oteli katliamını yapanlara ve bu insanlık utancını bize yaşatanlara Victor Hugo’dan ödünç alarak demek gerekir ki: Gerçek inanan, vicdan ve ahlak sahibi olan biziz; din adına, Tanrı adına Sivas’taki katliamı yapanlar ve onların destekçileri değildir.

Theodor Adorno, bir keresinde, “Yahudi katliamından sonra artık şiir yazılamayacağını” söylemişti. Yazıldı, hem de çok şiirler, çok ağıtlar, çok yazılar, çok hikayeler, çok romanlar yazıldı, hala yazılıyor ve de yazılacak. Bir kısmı acıdan dolayı yazıldı ve yazılacak, bir kısmı yaşanan acılar unutulmadığı için yazıldı, bir kısmı da yaşanan acılar unutulmasın diye yazıldı ve yazılacak.

Sivas/Madımak Oteli katliamında yitirdiğimiz canlar için, onların aziz anıları için hazırlanıp basılan bu kitapta, yaşanan acılar unutulmasın, gelecek kuşaklar bu acılardan ders alsın diye yazıldı.

Kitabın bu yeni baskısını yayına hazırlayan Baromuzun değerli üyesi Sayın Şenal Sarıhan başta olmak üzere emeği geçen herkese Ankara Barosu adına, Yönetim Kurulu Üyesi arkadaşlarım adına, kendi adı­ma en içten teşekkürlerimi sunarım.