Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru sistemi içerisinde, mülkiyet hakkı kapsamında yapılan başvurular Mahkeme’ye en çok başvuru yapılan haklar arasında ikinci sırada yer alır. Mülkiyet hakkının ihlali iddiasıyla yapılan başvurular içerisinde özellikle tapu sicilinin hatalı tutulması, kadastro hataları ve imar planlarından kaynaklanan hak ihlali iddiaları, başvuruların önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.
Tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklanan zararların devlet tarafından tazmin edilmesi hususu, 4721 sayılı Kanun'un 1007. Maddesi ile düzenlenmiştir. İlgili madde ile tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olacağı ve zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır. Aynı zamanda Hukuk Genel Kurulu’nun 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K. 2009/517 sayılı ilamıyla “tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun'un 1007. Maddesine göre devletin sorumlu olduğunun kabulü gerektiği...” belirtilerek kadastro tespit işlemlerinden kaynaklanan zararlarda da devletin sorumluluğunun gündeme geleceği kararlaştırılmıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin “Bekir Sağırdak” kararında [1] belirtildiği üzere tapu sicilinin yanlış tutulması sebebiyle zararın giderilmemesi durumunda hak ihlali gündeme gelecektir.
Söz konusu kararda şu ifadelere yer verilmiştir:
Tapu Sicil Müdürlüğünün de kabul ettiği hatalı kaydı sonucu…başvurucunun imar ıslah çalışmaları sonucu fazladan toplam 109 m² yer edindiğine ve bu nedenle zarara uğramadığına dair İlk Derece Mahkemesi kanaatinin; başvurucunun gerek taşınmazı alım tarihinde gerekse taşınmaza malik olduktan sonra tapu kaydında görünen yüz ölçümü ile taşınmazın gerçekteki yüz ölçümünde bir farklılığın olduğunu anlayabileceği veya görebileceği yönünde de yargılama dosyasında herhangi bir emarenin tespit edilemediği hususu da dikkate alınarak başvurucu üzerinde aşırı ve orantısız bir yüke sebep olduğu, hakkın özüne dokunur şekilde ölçülülük ilkesini ihlal ettiği sonucuna varılmıştır.
Benzer şekilde kadastroda yapılan hata nedeniyle taşınmaz tapularının bir bölümünün mükerrer kadastro gerekçesiyle iptal edilmesi karşısında yapılan “Mehmet Koca” başvurusunda[2]:
…kamu makamları tarafından oluşturulan tapuyu ifraz ve satın alma yoluyla edinen başvurucunun tapularının Hazineye ait tapu ile çakışan bölümünün iptal edilmesi başvurucuya ağır bir külfet yüklemiştir. Önceki kadastroya istinaden lehine tapu oluşturulan Hazinenin menfaatlerinin korunmasında kamu yararı bulunmakta ise de devletin verdiği tapuya dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucunun da menfaatinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvurucuya yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda tapularının kısmen iptal edilmesi karşılığında başvurucuya tazminat ödenmesinin başvurucuya yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu söylenebilir.” şeklinde belirtilerek zararın giderilmesine dikkat çekilmiştir.
Tapu iptal davası ile tazminat ödenmeksizin mülkten yoksun bırakılma durumunda da başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmektedir[3]. Güncel tarihli “Semahat Uzuner” başvurusunda[4]:
…tapu kaydına dayanılarak taşınmazın başvurucunun murisi adına tespit edilmesinden sonra tapulama tespiti ve komisyon kararına itiraz davasında taşınmazın eski tapulu yer olduğu ancak orman tahdidine alınmakla tapuların hükmünü yitirdiği gerekçesiyle orman tahdidinin müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne aktarılmasına karar verilmesi ormanların korunması bağlamında kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerse de mülkten yoksun bırakılan başvurucuya herhangi bir tazminat ödenmemesi, idarenin hatasından doğan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması sonucunu doğurmuştur.” gerekçesiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır. Bu başvuruda başvurucuların avantajlı durumu vardır. Şöyleki; bu başvuruda, hakimlikçe 26/8/1987 tarihinde verilen karar ancak 5/7/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Bu sebeple hakimlik kararı Anayasa Mahkemesi’nin zaman bakımından yetkisinin kapsamı dahilinde kalmıştır. Ancak Mahkeme’nin bu konuda önüne gelen diğer çoğu başvuru, zaman bakımından yetkisizlik kararı ile sonuçlanmaktadır.
Tazminatsız tapu iptali durumunda öncelikle TMK m.1007 de belirtilen başvuru yolları tüketilmelidir. Aksi takdirde başvurunun, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilebilecektir[5].
Anayasa Mahkemesi, muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında kamu makamlarının, kişinin taşınmazı üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunmasının sınırlandırılması bakımından, geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak söz konusu tedbirlerin uygulanması ile taşınmazın sahibine “kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet” yüklenmemesi gerektiği kararlarda belirtilmiştir. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir[6]. Bu yaklaşım birçok başvuruda esas alınmaktadır. Örneğin; tapu iptali ve tescili talebiyle açılmış bir davada taşınmazın tapu kaydına ihtiyati tedbir şerhi konulmasına karar verilmiş olması ve bu tedbirin 27 yıldan fazla bir süre devam etmesi nedeniyle yapılan bir başvuruda[7] bu tedbir sürecinin makul olmadığına karar verilmiştir. Bu nedenle mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbirin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği sonucuna varılmıştır.
Tapu tahsis belgesine dayanılarak kullanılan taşınmazın yıkımı veya tahliyesi sebebiyle oluşan hak ihlalleri de Mahkeme’ye başvuru yapılan konulardan bir diğeridir. Anayasa Mahkemesi “Ayşe Öztürk” [8] kararında başvurucunun iddialarını iki kısımda incelemiştir. İlk iddia, “binanın bulunduğu araziye ilişkin tapu tahsis belgesinin iptali nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali iddiası”dır. Mahkemece, tapu tahsis belgesi ile başvurucunun kullanımına bırakılan taşınmazın(arazinin) tapuda Maliye Hazinesi adına tescil edilmiş olması sebebiyle tapu tahsis belgesinin başvurucuya, anayasal anlamda korunmaya değer bir menfaat sağlamadığı gerekçesiyle başvurunun “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna” karar verilmiştir. Aynı kararın devamında “binanın değeri ödenmeksizin tahliye kararı verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası” ikinci hak ihlali iddiası olarak ayrı incelenmiştir. Bu incelemede Mahkemece, sadece tapu tahsis belgesinin, arazi ürerindeki mülkiyet hakkının başvurucuya ait olduğunu ispatlamaya yeterli olmadığı ancak arazi üzerindeki binanın başvurucu tarafından yapılmış olması ve kullanılması sebebiyle “bina üzerinde” başvurucunun mülkiyet hakkı bulunduğu kabul edilmiştir. İlgili başvuruda:
…tapu kaydı bulunmayan, ancak tapu tahsis belgesi ile taşınmaz (arazi) üzerine yapılan binayı yıllarca kullanan ve vergilerini ödeyen başvurucuya kamu makamları tarafından müdahale edilmediği ve bu duruma müsamaha gösterildiği, binanın başvurucuya ait olduğu, dolayısıyla mülkiyeti başvurucuya ait olan binanın değeri ödenmeksizin veya zararı telafi edici öneriler sunulmaksızın başvurucunun tahliye edilmek istenmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır…mülkiyeti başvurucuya ait binanın tahliyesinin talep edilmesine rağmen değerinin ödenmemesinin, başvurucunun mülkiyet hakkına orantılı olmayan bir müdahale olduğu ve bina üzerindeki mülkiyet hakkını ihlal ettiği sonucuna varılmıştır. gerekçesi ile ihlal kararı verilmiştir.
Mahkemece, ileri tarihli “Feti Yılmaz ve diğerleri” kararında hak ihlali iddiaları ayrım yapılmaksızın incelenmiş ve bina yönünden mülkün varlığı kabul edilmiştir [9]:
Tapu tahsis belgesinin verildiği tarihten itibaren 2012 yılına kadar başvurucuların murisi ve başvurucular yapıyı kullanmışlar ve tapu tahsis belgesinin mevzuata aykırılığı hususunda kamu makamlarınca uyarılmamışlardır. Dolayısıyla söz konusu yapının bu kadar uzun bir süre kullanılmasının başvurucular bakımından önemli bir ekonomik menfaat teşkil ettiği ve bu yönden başvurucuların Anayasa’nın 35. Maddesi uyarınca mülkiyet hakkı kapsamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut olduğu” kabul edilmiştir. Kararın devamında, “Ayşe Öztürk” kararına atıf yapılarak “değeri ödenmeksizin veya zararı telafi edici öneriler sunulmaksızın başvurucunun binadan tahliye edilmek istenmesinin veya binanın yıkılmasının mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğu” sonucuna varılmıştır.
Bir başka başvuruya[10] konu olayda, tapu tahsis belgesi verilen taşınmazın, tapuda özel bir kişi adına kayıtlı olması sebebiyle tapu tahsis belgesinin iptal edilmesi söz konusudur. Bu kararda da tapu tahsis belgesi verilmesi koşullarının oluşmadığı hususunun derece mahkemelerince tespit edilmiş olmasına vurgu yapılmış ve mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünden başvurunun “konu bakımından yetkisizlik nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna” karar verilmiştir.
Yargı kararlarının yerine getirilmemesi hakkın ihlaline yol açabilecektir. “Necdet Çetinkaya” [11]” başvurusunda başvurucu, taşınmazı, ortaklığın giderilmesine dair verilen karara dayanarak satış memurluğu tarafından yapılan ihale sonucunda edinmiştir. Ancak Hazinenin hissedar olduğunun fark edilmemesi nedeniyle ortaklığın giderilmesi davasında taraf olarak gösterilmeksizin dava sonuçlandırılmıştır. Akabinde başvurucunun satın aldığı taşınmazın tamamı için tesciline yönelik talebi, bu taşınmazın paydaşlarından olan Hazinenin satış kararı ve ihalenin tarafı olmadığı gerekçesiyle ilgili Tapu Sicil Müdürlüğü tarafından reddedilmiştir. Ayrıca başvurucu tarafından açılan mülkiyetin tespiti ve tescil davası da reddedilmiştir. Yargıtay ise “alınan satış kararı ile yapılan ihalenin paydaş olmasına karşın taraf olarak alınmayan Hazineyi bağlamayacağı ve Hazinenin yer almadığı bir ilamın ya da ihalenin infaz edilemeyeceğinde kuşku bulunmadığı, açıklanan nedenlerle davanın reddedilmesinin doğru olduğu” gerekçesiyle hükmü onamıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun taşınmazın ihale bedelini ödemesi ile tescilden önce taşınmazın mülkiyetini kazandığını, buna rağmen söz konusu taşınmazın “Hazinenin payı dışındaki diğer payları yönünden” başvurucu adına tescil işleminin yapılmamasının başvurucuyu, orantısız ve aşırı bir külfet altına soktuğunu ve adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğunu belirtmiştir.
Ruhsatı olmayan binanın yıkılması nedeniyle yapılan başvurularda Anayasa Mahkemesi, başvurucunun kullandığı taşınmazın yıkılıp yıkılmama konusunda belirsizlik yaşayıp yaşamadığı hususunu irdeler ve kamu makamlarının edilgen tutumlarının derece mahkemeleri tarafından dikkate alınmasına işaret eder. Anayasa Mahkemesi’nin farklı yönde kararlar verdiği görülmektedir. Mahkeme tarafından, “Durali Gümüşbaş” başvurusunda[12] “kamu makamlarının binanın yıkımı için uzun süre hareketsiz kalması binanın yıkılıp yıkılmayacağı noktasında belirsiz bir durumun oluşmasına sebebiyet vermektedir. Böyle bir durumda başvurucunun kamu makamlarının uzun bir süre boyunca devam eden edilgen tutumlarının bir anda değişebileceğini öngörmesini beklemek hakkaniyete aykırı olacaktır…” şeklinde ihlal kararı verilirken “Mustafa Duman” başvurusunda [13] ise “başvurucuya ait binanın ruhsatsız olarak inşa edildiği tespit edilmiş ve 10/4/2007 tarihinde bina mühürlenmiştir... Bunun yanında Belediye Encümeninin 12/4/2007 tarihli kararıyla binanın ıslahı için başvurucuya bir aylık süre verilmiş ayrıca başvurucu hakkında idari para cezası uygulanmıştır… başvurucu bu tarihte binanın ruhsata aykırı olduğunu öğrenmiş olup yıkılabileceğini öngörebilir durumdadır.” gerekçesi ile binanın yıkılması yönünden mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmiştir.
Mahkeme, metruk hale gelen, çevre ve insan sağlığı açısından tehlike oluşturan binanın yıkılmasında kamu makamlarına tanınan takdir yetkisi ve kamu yararı amacının ağırlığı gereğince ve binanın yıkılmasının öngörülebilecek olması sebebiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmediği kanaatindedir[14].
Anayasa Mahkemesi, imar planında sit alanı ya da korunması gereken kültür varlığı olarak belirlenen taşınmazlara ilişkin olarak 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun bu kapsamdaki taşınmaz maliklerine tanıdığı hak, muafiyet ve kolaylıkları dikkate alarak değerlendirme yapmaktadır. Örneğin iş bu Kanunun m.15/f bendinde belirtildiği üzere sit alanında bulunan ve gerçek veya tüzel kişilerin mülkiyetine geçmiş olan taşınmazlar için kamulaştırma esası benimsenmemiş, bunun yerine takas imkanı getirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin takas yolunun kullanılıp kullanılamaması değerlendirmesinde, Danıştay’ın güncel tarihli bir kararı sebebiyle farklı kararlar verildiği görülmektedir. Mahkeme tarafından, “Ayla Doğuoğlu” [15] başvurusunda: …konumu gereği kısıtlı olan ve üzerinde kesin yapılaşma yasağı bulunan bu taşınmaz yönünden 2863 sayılı Kanun'un maliklere tanığı takas imkânın etkili bir giderim sağlamayacağı söylenemez. Öte yandan başvurucunun kendisine sağlanan bu haktan yararlanamadığı yönünde somut bir şikâyetinin olmadığı da açıktır. Somut olay bakımından başvurucunun henüz böyle bir şikâyetinin de olmadığı dikkate alındığında mevcut aşama itibarıyla müdahalenin kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasındaki adil dengeyi bozmadığı ve ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.” kararı verilirken “Mehmet Umur Akarca[16]” başvurusunda, Danıştay’ın yakın tarihli son içtihadı[17] ve yönetmelik maddesi gerekçe gösterilerek ve …Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörüm Bölgesi Uygulama İmar Planında park-çocuk bahçesi, oyun ve açık spor alanları olarak düzenlenecek alan kapsamında kalan taşınmazlar için takas imkânının mümkün olmadığı ve başvurucuya ait taşınmazın 22/7/1983 tarihli uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmasına rağmen beş yılı aşan uzun bir süreden beri kamulaştırılmadığı gibi başvurucuya herhangi bir tazminat da ödenmediği dikkate alındığında… şeklinde ifade edilerek mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Son olarak değinilecek başvuru ise taşınmazın, imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan “Hüseyin Ünal” başvurusudur[18]. Bu başvuruda Mahkeme, taşınmazın, imar planın kesinleştiği tarihten itibaren beş yıl içinde imar programına alınarak kamulaştırılması gerekirken işlem yapılamaması ve herhangi bir tazminat da ödenmemesi sebebiyle başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkeme’ye aynı yönde çok sayıda başvuru yapıldığı görülmektedir[19].
Av. Canan FINDIK
-----------------
[1] Bekir Sağırdak, B. No: 2013/5669, 24/3/2016,para.37.; “başvurucunun, taşınmazına ait kayıtların kendi satın alma işleminin yaklaşık on altı yıl öncesinden beri devlet tarafından hatalı tutulmasından kaynakladığını ileri sürdüğü zararlarının karşılanması talebi bulunmaktadır…devlet tarafından tutulan kayıtlara güvenerek aldığı taşınmazın tapu sicilinde hatalı kayıt tutulması nedeniyle yüz ölçümünün gerçek değerinin üzerinde görünmesinden kaynaklanan zararının 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayanarak açtığı davada telafi edilememesinin mülkiyetine saygı hakkını ihlal ettiğinden yakınmaktadır.)
[2] Mehmet Koca, B. No: 2014/19791, 19/12/2017.
[3] Sabahat Günindi, B. No: 2018/15204, 9/6/2021 ; Adile Şölen Yücel ve diğerleri, B. No: 2017/15169, 15/9/2020.
[4] Semahat Uzuner, B. No: 2018/14592, 15/6/2021, para.67 ; Aynı yönde bkz: Cemile Gökhan ve diğerleri, B. No: 2015/1203, 23/5/2018.
[5] Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016.
[6]Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018,para.79.
[7]Şevket Budan, B. No: 2017/23296, 8/9/2020.
[8] Ayşe Öztürk, B. No: 2013/6670, 10/6/2015.
[9]Feti Yılmaz ve diğerleri, B. No: 2017/37121, 11/12/2019,para.45; Kararın karşı oy gerekçesinde başvurucunun mülk edinmesinin “Ayşe Öztürk” kararından farklı olduğuna vurgu yapılarak mülkün varlığı kabul edilmemiştir: “Somut olayda -yukarıda aktarılan kararlarımızdan farklı olarak- başvurucuların murisinin, daha önceki yıllarda iktisap ettiği başka bir tapulu gayrimenkulünün bulunmasına ve 2981 sayılı Kanunun 13. maddesinin emredici hükmüne göre bu durum tapu tahsis belgesi düzenlenmesine engel olmasına rağmen gerçek dışı beyanda bulunarak, başvuru konusu taşınmaz için mezkûr belgeyi aldığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, başvurucuların ve murisinin, anılan yapıyı otuz yıldan daha uzun süre kullanmalarının ve idarî makamların buna müdahale etmemesinin başvurucular bakımından mülkiyet hakkı kapsamında korunması gereken önemli bir ekonomik menfaat oluşturduğu yönündeki kabulün hakkın kötüye kullanılmasının hukuk düzeni tarafından himaye edilmeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesi bakımından isabetli olmadığı açıktır. Diğer taraftan, Kanuna ve yerleşik yargısal içtihada dayanmayan, temelsiz bir hak kazanma beklentisi mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanacak meşru beklentinin kabulü için yeterli olmadığından, Kanunun mezkûr emredici hükmüne aykırı olarak elde edilen tapu tahsis belgesine dayalı bu uzun süreli kullanımın mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilecek meşru beklenti olarak kabul edilmesi de mümkün değildir”
[10]Süleyman Üstün, B. No: 2013/6767, 4/2/2016.
[11]Necdet Çetinkaya, B. No: 2013/7725, 24/3/2016.
[12] Durali Gümüşbaş, B. No: 2015/6427, 10/10/2018,para.55.; Aynı yöne bkz: Rifat Algan, B. No: 2014/19138, 22/2/2018,para.51: “… kaçak olarak inşa edildiği anlaşılan bu yapının yıkımı için gerekli imkanlara sahip olan idarece uzun bir süre girişimde bulunulmadığı gibi belediyecilik hizmetleri sunulması suretiyle yaklaşık yirmi iki yıl boyunca bu binada sosyal ortam ve aile çevresinin kurulmasına müsaade edildiği anlaşılmaktadır. Bu kadar uzun bir süre boyunca söz konusu binada yaşayan başvurucu ve ailesi yönünden binanın kullanımının önemli bir ekonomik menfaat teşkil ettiği kuşkusuzdur. Kamu makamlarının belirsizliğe yol açan edilgen tutumu karşısında başvurucunun bu durumun bir anda değişebileceğini öngörmesi de beklenemez.”
[13]Mustafa Duman, B. No: 2015/19177, 19/2/2019.
[14] Mehmet Memiş, B. No: 2015/5380, 30/10/2018,para.49.: “başvurucuya ait bina, metruk bir hâle geldiği, bu durumun çevre halkının sağlığı açısından tehlike arz ettiği, çevre ve görüntü kirliliği oluşturduğu gerekçesiyle Belediye tarafından yıkım kararı alınarak yıktırılmıştır. Şehir plânlaması ve imar uygulamaları çerçevesinde yapıların ruhsata bağlanması ve özellikle çevre ile insan sağlığı bakımından tehlike arz eden yapıların inşa edilmesinin önüne geçilerek inşa edilenlerin ise ivedilikli yıkımı bakımından kamu makamlarının belirli bir takdir yetkileri bulunmaktadır. Ancak kamu makamlarının bu takdir yetkilerini zamanında, makul ve tutarlı bir biçimde kullanmaları gerekmektedir.”
[15] Ayla Doğuoğlu, B. No: 2017/25596, 14/10/2020,para.40.
[16] Mehmet Umur Akarca, B. No: 2017/15318, 9/6/2021,para.32,48.
[17] Danıştay 6. Dairesi, E.2016/11961, K.2020/13828, T.28/12/2020kararının ilgili kısmı şöyledir: “…Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörüm Bölgesi Uygulama İmar planında ‘park - çocuk bahçesi, oyun ve açık spor alanları olarak düzenlenecek alan' kullanımında kalan taşınmazlar için 2863 sayılı kanuna göre öncelikle takas yolunun kullanılarak taşınmazdaki kısıtlılığın giderilmesi yoluna başvurulduğunda, takas yolunun uygulanmasına ilişkin yukarıda anılan Tabiat Varlıkları, Doğal Sit Alanları ve Özel Çevre Koruma Bölgelerinde Kalan Yapı Yasaklı Taşınmazların Hazine Taşınmazları İle Değiştirilmesi Hakkında Yönetmeliğin 4. maddesinin k fıkrasına göre takas imkanının mümkün olmadığı açıktır. Bu durumda taşınmazdaki kısıtlılığın giderilmesi için kamulaştırmadan başka bir yol bulunmamaktadır. Kamulaştırma yapılabilmesi için özel kanun olan 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu’nda ilgili idarenin gelirleri belirlenmiş olup anılan Kanunun 16. Maddesinin b fıkrası gereğince Belediyeler ve il özel idareleri ortak fonlarından her yıl Boğaziçi Alanı için ayrılan payın İller Bankası Genel Müdürlüğünce Boğaziçi Alanında yapılacak kamulaştırma işlemlerine tahsis edileceği düzenlenmiştir…”
[18] Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018,para.58.: “…yerleşik Danıştay içtihadında, imar planlarının onaylanmasından itibaren beş yıllık süre geçmesine rağmen ilgili idarelerce imar planlarında kamu hizmetine ayrılan taşınmazların kamulaştırılmamasının mülkiyet hakkının kullanımında belirsizliğe yol açtığı kabul edilmiştir. Danıştay içtihadında makul görülen beş yıllık sürenin hesabında nihai karar tarihinin esas alındığı görülmektedir.”
[19] Mehmet Seçer, B. No: 2018/15843, 24/3/2021; Fatma Feda, B. No: 2018/13259, 24/3/2021; Ayşe Karaoğlu ve diğerleri (2), B. No: 2018/8669, 24/3/2021; Şükrü Sürmeli, B. No: 2018/14970, 31/12/2020; Levent Öztaş, B. No: 2018/37630, 30/9/2020; Halim Erdoğdu ve Zeynep Banu Güler, B. No: 2017/34914, 21/7/2020 ; Habba Karataş, B. No: 2017/28344, 10/6/2020; Seyfettin Aytekin ve diğerleri, B. No: 2017/30559, 2/6/2020; Hayat Gıda Tekstil İhtiyaç Mad. Ev Ger. İnş. Oto Paz. Dağ. San. ve Tic. A.Ş. ve diğerleri, B. No: 2017/18013, 3/6/2020.





