TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
C. K. VE N.M. BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2019/35842) |
|
Karar Tarihi: 2/5/2023 |
R.G. Tarih ve Sayı: 15/8/2023-32280 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Üyeler |
: |
M. Emin KUZ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
Basri BAĞCI |
|
|
Kenan YAŞAR |
Raportör |
: |
Gülsüm Gizem GÜRSOY |
Başvurucular |
: |
|
Başvurucular Vekili |
: |
Av. Hülya BENLİSOY |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; başvurucuların din adamı oldukları gerekçesiyle kilise vakfından çıkarılmalarına karar verilmesinin örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 30/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Her iki başvurucunun bireysel başvuruları konu bakımından hukuki irtibat nedeniyle bu dosya üzerinde birleştirilmiştir.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Cemaat Vakıflarına İlişkin Tarihsel Süreç
9. Türkiye'de yerleşik gayrimüslim azınlıklara 1935 yılının Aralık ayında yürürlüğe giren 5/6/1935 tarihli ve 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu'na istinaden 1936 yılında, vakıflar idaresine hesap vermemiş olan bütün mütevelliler veya mütevelli heyetlerine üç ay süre tanınarak beyanname vermeleri istenmiştir. “1936 Beyannamesi" olarak anılan bu beyannamelerde gayelerini yürütmek için lüzumlu mevkufat açıklanmış ve hayra tahsis edilmiş mallar (hayratlar) ile bunlara gelir temin eden mallar (akarlar) gösterilmiştir. Beyannameleri veren vakıflara ait tüzel kişilikler, günümüz hukukunda kendi cemaat mensuplarınca seçilen yöneticilerle idare edildiğinden cemaat vakfı olarak tanımlanmaktadır.
10. 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 3. maddesine göre cemaat vakfı “vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye'deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıflar" olarak tanımlanmıştır. Bu vakıflar, 5737 sayılı Kanun'un 4. maddesine göre özel hukuk tüzel kişisi olup aynı Kanun'un 6. maddesine göre kendi mensuplarının seçtiği yönetim kurulları tarafından yönetilir.
B. Başvuruya Konu Süreç
11. Başvurucular İstanbul'daki kiliselerde papaz olarak görev yapmakta iken başvurucu Niko Mavrakis 5/12/2011 tarihinde Beşiktaş Cihannüma Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu üyeliğine, diğer başvurucu Corc Kasapoğlu ise 10/12/2011 tarihinde Koca Mustafa Paşa Samatya Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu üyeliğine seçilmiştir.
12. Her iki Vakfın Yönetim Kurulu Seçim Tespit Tutanağı 16/12/2011 tarihinde Vakıflar Genel Müdürlüğüne (Genel Müdürlük) bildirilmiştir. Genel Müdürlük 30/12/2011 tarihli yazısında başvurucuların din adamı oldukları duyumuna ulaşıldığını belirterek Vakıflara başvurucuların din adamı olup olmadıklarını sormuştur. Vakıflar 3/1/2012 tarihli yazı ile başvurucuların papaz olarak görev yaptıklarını -yani din adamı olduklarını- Genel Müdürlüğe beyan etmiştir. Bunun üzerine Genel Müdürlük 1/3/2012 tarihinde yine Vakıflara yazdığı yazıda 5737 sayılı Kanun'a dayanılarak hazırlanan ve 27/9/2008 tarihli ve 27010 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Vakıflar Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) 33. maddesinin (i) bendi gereği (bkz. § 27) başvurucuların din adamı olmaları nedeniyle yönetim listelerinden çıkarılmasına ve bu hâliyle Vakıf Yönetim Kurulu Yetki Belgesi verilmesine karar vermiştir.
13. Başvurucular 13/4/2012 tarihinde Genel Müdürlüğün verdiği yetki belgelerinin iptali talebiyle dava açmıştır. Başvurucular dava dilekçelerinde 5737 sayılı Kanunda ve bu Kanun'a dayanak olarak çıkarılan Yönetmelik'te Vakıf Yönetim Kuruluna üye olma şartları arasında "din adamı olmamak" ibaresinin bulunmadığını iddia etmiştir.
14. Davalı Genel Müdürlük; başvurucular hakkındaki işlemin Lozan Antlaşması tutanakları gereğince tesis edildiğini, Lozan Antlaşması ile ruhani din adamlarının yönetsel ve siyasi alanlarda görev yapamayacağının belirlendiğini belirterek davaların reddini talep etmiştir.
15. İstanbul 3. İdare Mahkemesi 25/1/2013 tarihinde, İstanbul 4. İdare Mahkemesi ise 25/3/2013 tarihinde dava konusu işlemlerin iptaline karar vermiştir. Mahkemelerin gerekçesinde; Genel Müdürlüğün denetim yetkisinin cemaat vakfı yöneticilerinin seçiminin kanun ve yönetmeliğe uygun olarak yapılıp yapılmadığı ile sınırlı olduğu belirtilmiştir. Gerekçeli kararlarda; Genel Müdürlüğün yönetim kurulu seçiminin iptali veya geçerli sayılmasına yönelik tasarruf ve yetkisi bulunmadığı gibi denetim sonucunda seçimin kanun ve yönetmeliğe aykırı olarak yapıldığının tespit edilmesi hâlinde iptali veya geçersiz sayılarak yenilenmesi için adli yargı yerinde dava açılması gerektiği vurgulanmıştır. Kararlarda devamla davalı Genel Müdürlükçe izlenmesi gereken usule aykırı şekilde asil üye olarak seçilen başvurucuların din adamı olduğu gerekçesiyle yönetim listesinden çıkarılması ve Yönetim Kurulu listesinin başvurucular olmaksızın uygun görülmesi şeklinde tesis edilen işlemin yetki yönüyle hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. Mahkemeler ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları çerçevesinde başvurucuların din adamı olması nedeniyle vakıf yönetimine giremeyeceğine ilişkin dava konusu işlemin Anayasa ve AİHS'te düzenlenen din ve vicdan özgürlüğü ile örgütlenme özgürlüğüne yapılan bir müdahale olduğunu değerlendirmiştir. Mahkemelere göre anılan müdahalenin açık bir yasal dayanağı bulunmadığı gibi demokratik bir toplumda gerekli ve öngörülen sınırlama amacına uygun bir tedbir niteliğinde değildir.
16. Kararların temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onuncu Dairesi 18/4/2016 tarihinde ilk derece mahkemesi kararlarının bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararlarında cemaat vakıfları da dâhil olmak üzere mazbut, mülhak ve esnaf vakıfları ile yeni vakıfların özel hukuk tüzel kişisi olduğu, denetim makamı olan Genel Müdürlüğün denetim yetkisinin cemaat vakfı yöneticilerinin seçiminin kanun ve yönetmeliğe uygun olarak yapılıp yapılmadığı ile sınırlı olduğu belirtilmiştir. Danıştay kararında, denetim makamının denetim sonucunda seçimin kanun ve yönetmeliğe aykırı olarak yapıldığı sonucuna ulaşması hâlinde seçimin iptaline veya seçimin geçerli sayılmasına yönelik bir görev ve yetkisinin olmadığı ancak iptal edilmesi veya geçersiz sayılarak yenilenmesi için adli yargı yerinde dava açabileceği sonucuna ulaşılmıştır. Kararda; özel hukuk tüzel kişisi olan cemaat vakıflarının yönetici seçimlerinin iptaline veya seçimin geçerli olduğuna ilişkin karar verme görev ve yetkisinin adli yargı yerine ait olduğu, bu nedenle davanın esasının idare mahkemelerince incelenemeyeceği kanaatine varılmıştır.
17. Bozma kararı üzerine İstanbul 3. İdare Mahkemesi 27/10/2016 tarihli ve İstanbul 4. İdare Mahkemesi 3/3/2017 tarihli kararlarında davaların esasına ilişkin karar verme görev ve yetkisinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görev yönünden ret kararı vermiştir. Anılan kararlar 20/6/2019 tarihinde Danıştay tarafından onanmıştır.
18. Kararlar başvuruculara 1/10/2019 ve 2/10/2019 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 30/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 5737 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanunun uygulanmasında;
...
1936 Beyannamesi: Cemaat vakıflarının 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince verdikleri beyannameyi,
Cemaat vakfı: Vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfları,
...
ifade eder."
20. 5737 sayılı Kanun'un 4. maddesi şöyledir:
"Vakıflar, özel hukuk tüzel kişiliğine sahiptir"
21. 5737 sayılı Kanun'un 6. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Cemaat vakıflarının yöneticileri mensuplarınca kendi aralarından seçilir. Vakıf
yöneticilerinin seçim usûl ve esasları yönetmelikle düzenlenir."
22. 5737 sayılı Kanun'un 9. maddesi şöyledir:
"Vakıflarda; hırsızlık, nitelikli hırsızlık, yağma, nitelikli yağma, dolandırıcılık, nitelikli dolandırıcılık, zimmet, rüşvet, sahtecilik, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, güveni kötüye kullanma, kaçakçılık suçları ile Devletin güvenliğine karşı işlenen suçların birinden mahkûm olanlar yönetici olamazlar.
Vakıf yöneticisi seçildikten sonra yukarıdaki suçlardan mahkûm olanların yöneticiliği
sona erer."
23. 5737 sayılı Kanun'un 33. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Mülhak, cemaat, esnaf vakıfları ile yeni vakıflarda iç denetim esastır. Vakıf; organları tarafından denetlenebileceği gibi, bağımsız denetim kuruluşlarına da denetim yaptırabilir.
...Vakıfların amaca ve yasalara uygunluk denetimi ile iktisadî işletmelerinin faaliyet ve
mevzuata uygunluk denetimi Genel Müdürlükçe yapılır. "
24. Yönetmelik'in 19/1/2013 tarihli ve 28533 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Vakıflar Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile yürürlükten kaldırılan 30. ve 32. maddeleri ile 31. ve 33.maddelerinin ilgili kısmı şöyledir:
30. "(1) Cemaat vakıflarının yönetim kurulu seçimlerinde;
a) Vakfın yönetim kurulu seçimine, vakıf veya hayratından yararlanan cemaat mensupları katılır...."
31. "(1) Seçmenlerin;
a) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması,
b) On sekiz yaşını doldurması,
c) Seçim çevresinde ikamet etmesi,
şarttır."
32. "(1) Vakıf yönetim kuruluna seçilecek kişilerin 31 inci maddede belirtilen şartlara ek olarak aşağıdaki şartları da taşıması gerekir:
a) En az ilkokul mezunu olmak,
b) Kanunun 9 uncu maddesinde belirtilen suçların birinden mahkûm edilmemiş olmak.
şarttır."
33. (i) "Seçim işlemleri ile sonuçlarının ve seçilen kişilerin bu Yönetmelik hükümlerine uygun olup olmadıkları hususunda bölge müdürlüğünce araştırma yapıldıktan sonra, yeni seçilen vakıf yönetim kurulu üyelerine yetki belgesi verilir."
B. Uluslararası Hukuk
25. AİHM; 11. madde bağlamında kültürel veya manevi mirası korumak, çeşitli sosyoekonomik amaçlar gütmek, dini ilan etmek veya öğretmek, etnik bir kimlik aramak veya azınlık bilincini savunmak gibi diğer amaçlarla kurulan örgütlerin de demokrasinin düzgün işleyişi için önemli olduğunu belirtmiştir. AİHM'e göre çoğulculuk aynı zamanda çeşitliliğin ve kültürel geleneklerin, etnik ve kültürel kimliklerin, dinî inançların, sanatsal, edebî ve sosyoekonomik fikir ve kavramların dinamiklerinin gerçek anlamda tanınması ve bunlara saygı duyulması üzerine inşa edilmiştir. AİHM, farklı kimliklere sahip kişi ve grupların uyumlu etkileşimini, sosyal uyumun sağlanması için elzem bulmuştur. AİHM, sivil toplumun sağlıklı bir şekilde işlediği yerlerde, vatandaşların demokratik sürece katılımının büyük ölçüde birbirleriyle bütünleşebilecekleri ve ortak hedefleri birlikte takip edebilecekleri derneklere aidiyet yoluyla gerçekleşmesini doğal kabul etmiştir (Gorzelik ve diğerleri/Polonya, B. No: 44158/98, 17/2/2004, § 92).
26. AİHM, örgütlenme özgürlüğünün ulusal ve etnik azınlıklar da dâhil olmak üzere azınlıklara mensup kişiler için özellikle önemli olduğunu, Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesi'nin giriş bölümünde belirtildiği üzere "çoğulcu ve gerçekten demokratik bir toplumun, ulusal bir azınlığa mensup her bir kişinin etnik, kültürel, dilsel ve dini kimliğine saygı göstermekle kalmayıp, aynı zamanda bu kimliği ifade etmelerini, korumalarını ve geliştirmelerini sağlayacak uygun koşulları yaratması gerektiğini" kabul etmektedir. AİHM kimliğini ifade etmek ve geliştirmek için bir örgüt kurmanın bir azınlığın haklarını korumasına ve geliştirmesine yardımcı olabileceğini belirtmektedir (Gorzelik ve diğerleri/Polonya, §§ 92,93).
27. AİHM örgütlenme özgürlüğüne gerçek ve etkili bir şekilde saygı gösterilmesinin devletin sadece müdahale etmeme yükümlülüğüne indirgenemeyeceğini, salt negatif bir anlayışın ne 11. maddenin ne de genel olarak Sözleşme'nin amacıyla uyumlu olacağını ifade etmiştir. Dolayısıyla bu özgürlüklerin etkili bir şekilde kullanılmasını güvence altına almak için pozitif yükümlülükler söz konusu olabilir (Wilson & Ulusal Gazeteciler Birliği ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 30668/96, 30671/96, 30678/96, § 41). Bu yükümlülük, azınlıklara mensup kişiler için özellikle önemlidir çünkü bu kişiler mağduriyete karşı daha savunmasızdır (Bqczkowski ve diğerleri/Polonya, B. No: 1543/06, 24/9/2007, § 64).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Anayasa Mahkemesinin 2/5/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
29. Başvurucular; cemaat vakıflarının yönetim kurulu üyeliklerine seçilme şartlarının 5737 sayılı Kanun ve buna bağlı Yönetmelik ile düzenlendiğini, her iki düzenlemede de "din adamı olmamak" şartının bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucular; Genel Müdürlüğün keyfî bir biçimde kendilerini Vakıf Yönetim Kurulu listesinden çıkardığını, yerlerine başka kişilerin yönetici olduğunu, Genel Müdürlüğün böyle bir yetkisinin bulunmadığını, Genel Müdürlüğün yetkisinin vakıf seçimleri ile ilgili adli yargıda dava açma ile sınırlı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucular, ilk derece mahkemelerinin yedi yıl süren bir yargılama sonucunda görev yönünden davanın reddine karar vermesinin hukuken hatalı ve taleplerinin kendilerine yetki belgesi verilmemesi işleminin iptaline ilişkin olduğunu ancak derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin sözü edilen seçimin geçersizliği ya da yenilenmesi hakkında olduğunu belirtmiştir. Başvuruculara göre din adamı oldukları gerekçesiyle haksız bir biçimde Kilise Vakfından çıkarılmaları din ve vicdan özgürlüğü ile örgütlenme özgürlüklerini ihlal etmiştir.
30. Bakanlık görüşünde, öncelikle başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği meselesinin değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucuların şikâyetlerinin esası yönünden ise Bakanlık görüşüne göre;
i. Dinî farklılıkları nedeniyle kendilerine ayrımcılık yapıldığı iddialarına ilişkin olarak başvurucular uğradıklarını iddia ettikleri ayrımcılığa ilişkin makul ve somut deliller ortaya koyamamıştır.
ii. Adli yargı mercilerinin konu itibarıyla eldeki başvuruya benzer uyuşmazlıkları esas yönünden incelediği, bu hususun görev yönünden ret kararı veren idari yargı mercilerince de benimsenerek kendi kararlarına gerekçe yapıldığı gözönüne alındığında uyuşmazlığın çözümü için etkili başvuru hakkı sağlanmıştır.
iii. Davanın uzun sürmesi bakımından olağanüstü hâl koşullarının yanı sıra somut olayın kendine özgü koşullarının, davanın karmaşıklığının, toplanması ve değerlendirilmesi gereken delillerin çeşitliliğinin, kapsamının ve içeriğinin de dikkate alınması gerekir.
31. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı bireysel başvuru formunda ileri sürdükleri hususları tekrarlamıştır.
B. Değerlendirme
32. Anayasa’nın “Dernek kurma hürriyeti”kenar başlıklı 33. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir.
Hiç kimse bir derneğe üye olmaya ve dernekte üye kalmaya zorlanamaz.
Dernek kurma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.
...
Bu madde hükümleri vakıflarla ilgili olarak da uygulanır."
33. Anayasa'nın 33. maddesinde herkesin bir derneğe üye olma özgürlüğüne sahip olduğu belirtilmiştir. Anılan madde hükümlerinin vakıflarla ilgili olarak da uygulanacağı belirlenmiştir. Başvurucuların Kilise Vakfı yönetiminden çıkarılmaları ile birlikte bu örgütün idari çatısı altında faaliyette bulunma, örgütün organlarında görev alma haklarına son verilmiştir. Dolayısıyla eldeki başvurunun örgütlenme özgürlüğünden incelenmesi gerekmektedir.
34. Öte yandan başvurucular din adamı olmaları nedeniyle vakıf yönetiminden çıkarılmıştır. Anayasa'nın 24. maddesinde herkesin dinî inanç özgürlüğüne sahip olduğu düzenlenmiştir. O hâlde meselenin Anayasa'nın 24. maddesinde yer alan din özgürlüğü ile olan ilgisi son derece açıktır. İncelenen olayda, başvurucuların temel şikâyetlerinin mensubu oldukları Vakfın yönetiminde yer alamamalarına ilişkin olması nedeniyle meselenin Anayasa'nın 33. maddesindeki örgütlenme özgürlüğü kapsamında ve Anayasa'nın 24. maddesi ışığında ele alınması gerekir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
35. Bakanlık görüşünde, idare mahkemelerince adli yargı mercilerinin yetkili olduğu belirtilerek görev bakımından ret kararı verilmesi yönünden başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği hususunun netleştirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
36. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).
37. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi için öncelikle hukuk sisteminde, hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuk yolunun öngörülmüş olması gerekmektedir. Ayrıca bu hukuk yolu iddia edilen ihlalin sonuçlarını giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir, sadece kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliği olmalıdır. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını düzeltici bir vasıf taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî koşulların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577, 16/2/2017, § 39).
38. Başvurucunun başvuru yollarının tüketilmesi noktasında kendisinden beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, §§ 27, 28) ancak somut olayın koşulları itibarıyla başvuru yollarının tüketilmesinin yarar sağlamayacağının veya etkili olmadığının anlaşılması hâlinde anılan yollar tüketilmeden yapılan bir başvuru incelenebilir (Şehap Korkmaz, B. No: 2013/8975, 23/7/2014, § 33). Öte yandan başvuru yollarının tüketilmesi, çok katı olarak uygulanması gereken mutlak bir kural değildir. Teorik düzeyde var olan bir başvuru yolunun tüketilmesinin somut olayın koşullarında başvurucuya aşırı külfet yüklemesi hâlinde bu yolun tüketilmesinin gerekli olmadığına karar verilebilir (Rasul Kocatürk [GK], B. No: 2016/8080, 26/12/2019, § 38).
39. Papaz olarak görev yapan başvurucular somut olayda 2011 yılının sonlarında iki ayrı cemaat vakfının yönetim kurullarına üye seçilmiştir. Genel Müdürlük din adamı olmaları nedeniyle vakıf yöneticisi olamayacakları sonucuna vardığı başvurucuların isimlerinin yönetim listelerinden çıkarılmasına karar vermiştir. Başvurucuların verdikleri dava dilekçelerini idare mahkemeleri kabul etmiş ve davanın esasını inceleyerek Genel Müdürlüğün böyle bir değerlendirme yetkisinin bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Buna karşın Danıştay, idare mahkemelerinin bu değerlendirmeyi adli yargı mercilerine bırakarak görevsizlik kararı vermeleri gerektiğini değerlendirmiş, nihai karar ancak 2019 yılının sonlarında verilmiş ve başvuruculara tebliğ edilmiştir. Açıktır ki idari ve yargısal olarak yaklaşık sekiz yıllık bir sürenin sonucunda başvurucuların şikâyetlerinin esasına yönelik bir değerlendirme yapılmaksızın başvurucuların adli yargı mercilerine başvurmaları gerektiğine karar verilmiş, söz konusu uzun süre boyunca başvurucular Kilise Vakıflarının yönetimlerinde yer alamamış, yönetimde söz sahibi olamamıştır.
40. Bakanlığın başvuru yollarının tüketilmediği yönündeki görüşüne karşılık Anayasa Mahkemesi, başvurucuların sekiz yıl boyunca örgütlenme özgürlüğünce koruma altına alınan haklarını kullanamamalarının devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğinin incelenmesi ile ilgili olan ve dolayısıyla Anayasa’nın 33. maddesi bağlamındaki şikâyetlerin özüne sıkı sıkıya bağlı sorunlar ortaya çıkardığını değerlendirmektedir. Dolayısıyla başvuru yollarının tüketilmesinin gerekip gerekmediği meselesinin esasla birlikte incelenmesinin uygun olacağını değerlendirmiştir.
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
42. Örgütlenme özgürlüğü, bireylerin kendi menfaatlerini korumak için kendilerini temsil eden kolektif bir oluşum içinde bir araya gelme özgürlüğünü ifade etmektedir. Örgütlenme özgürlüğü bireylere topluluk hâlinde siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik amaçlarını gerçekleştirme imkânı sağlar. Örgütlenme özgürlüğünün temeli, hiç kuşkusuz ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğü düşünceyi korkmadan, engellenmeden açıklama ve yayma özgürlüğünün yanı sıra bu düşünceler çerçevesinde örgütlenme, kişi toplulukları oluşturma hakkını da kapsamaktadır (dernek hakkı yönünden bkz. Hint Aseel Hayvanları Koruma ve Geliştirme Derneği ve Hikmet Neğuç, B. No: 2014/4711, 22/2/2017, § 41). Demokrasilerde vatandaşların bir araya gelerek ortak amaçları gerçekleştirebileceği örgütlerin varlığı sağlıklı bir toplumun önemli bir bileşenidir. Demokrasilerde böyle bir örgüt, devlet tarafından saygı gösterilmesi ve korunması gereken temel haklara sahiptir (Ahmet Parmaksız, [GK], B. No: 2017/29263, 22/5/2019, § 72; sendika hakkı yönünden bkz. Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014 § 31).
43. Anayasa'nın 33. maddesinde düzenlenen örgütlenme özgürlüğü hakkın etkin bir şekilde kullanılması bağlamında devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklemektedir. Devlete yüklenen pozitif yükümlülükler, bu haklara ilişkin davalarda kamusal makamlarca verilecek kararların etkinliği ve yeterliliği; ilgili kararların mümkün olan en kısa sürede verilmesiyle yakından alakalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. M.M.E. ve T.E., B. No: 2013/2910, 5/11/2015, § 125; İlknur Kızıltoprak, B. No: 2015/11579, 18/4/2019, § 76).
44. Bu konuda yargısal makamlardan ivedilikle hareket etmeleri, diğer bir anlatımla uyuşmazlık hakkında hızlı bir yargılama yaparak davayı sürüncemede bırakmamaları, ilgili ve yeterli gerekçelerle bir karar vermeleri beklenir. Bu beklentinin gerçekleştirilmesi, örgütlenme özgürlüğü bağlamında devletin pozitif yükümlülüklerindendir. Bu konudaki yükümlülüğün yerine getirilmemesi durumunda, haktan yararlanamayanlar açısından telafisi imkânsız zararların doğması muhtemeldir (özel hayata saygı hakkı bağlamında benzer değerlendirmeler için bkz. Murat Demir [GK], B. No: 2015/7216, 27/3/2019, § 82; İlknur Kızıltoprak, § 77).
45. Mevcut başvuru koşulları yönünden önemli olan husus, örgütlenme özgürlüğünün kullanımının sağlanmasına yönelik hukuki bir uyuşmazlığın çözümlenmesi amacıyla açılan davanın sürüncemede bırakılmadan hızlı bir şekilde sonuçlandırılıp sonuçlandırılmadığı meselesidir. Bu türden bir yargılamanın sürüncemede bırakılması telafisi imkânsız zararlara yol açabileceğinden tek başına devletin pozitif yükümlülüğünün ihlali anlamına gelebilecektir.
46. Başvurucuların dinî azınlıktan kişiler olduğunun hatırlatılmasında da fayda vardır. Örgütlenme özgürlüğünü her bir vatandaşın etkin bir şekilde kullanmasının sağlanmasının demokratik bir toplum için önemi kuşkusuz olmakla birlikte azınlığa mensup bireyler açısından bu hususun daha hassas olduğunun belirtilmesi gerekir. Zira bu kimseler çoğunluk içinde sahip oldukları kimlikleri korumak ve kimliklerine özgü tarihsel, dinî, sosyal, ekonomik, kültürel durumları, hakları daha güçlü bir biçimde ifade etmek için bir araya gelir ve bu kimselerin azınlık konumunda olmalarından ötürü daha fazla korunmaları gerekir. Bu nedenle devletin toplumsal bütünlüğü temin etmek adına azınlık haklarını koruması ve bu hakların en etkin şekilde kullanılmasını sağlaması yargısal süreçlerin süratle sonuçlandırılması ile mümkündür.
47. Eldeki başvuruda başvurucular 2011 yılında Kilise Vakfı Yönetim Kuruluna seçilmiştir. Genel Müdürlüğün başvurucuların yönetim kurulundan çıkarılmasına karar vermesi ile 2012 yılında başlayan yargılama 2019 yılında görevsizlik kararıyla sonuçlanmıştır. Bir başka deyişle yargılamanın sonunda davanın esası hakkında bir karar verilmemiştir. Başvurucular tüm bu süre boyunca Kilise Vakfının yönetiminde yer alamamıştır. Yani başvurucular din adamı olmaları nedeniyle yönetim kurulunda yer alıp alamayacaklarına ilişkin olarak mahkemeler tarafından hiçbir tespit yapılmamasına karşısında bu nizalı tartışma kapsamında örgütlenme özgürlüklerinden yararlanamamıştır.
48. Bu kapsamda oldukça uzun süren bir yargılama sonucunda başvurucuların şikâyetlerinin esasının çözüme kavuşturulamamış olmasının yanı sıra davanın sonunda adli yargı makamlarının işaret edildiğinin altı çizilmelidir. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. ve devamı maddelerinde idare mahkemelerinin hangi davalara bakmakla görevli olduğu açıkça düzenlenmiştir. İdari yargılama usulünün temel dayanağı olan söz konusu hükümler çerçevesinde ancak sekiz yılın sonunda görevsizlik kararı verildiği dikkate alındığında yargılamanın gerekli olan makul ivedilik ve özen yükümlülüğü çerçevesinde yapıldığını söylemek mümkün gözükmemektedir.
49. Dolayısıyla yukarıda anlatılanlar çerçevesinde olaylar bir bütün olarak değerlendirildiğinde -sadece usule ilişkin bir sonuca varılmış olunduğu da gözönüne alındığında- süratle sonuçlandırılması gereken bir davanın sürüncemede bırakıldığı ve makul sürede sonuçlandırılmadığı kabul edilmelidir. Başvurucuların din adamı olmaları nedeniyle cemaat vakfı yönetim kurulunda yer alıp alamayacakları ile ilgili ihtilaf uzunca bir süre çözümsüz bırakılarak örgütlenme özgürlüğünün getirdiği haklara erişimleri yargılama boyunca imkânsız kılınmıştır. Netice olarak mahkemelerin başvurucuların sözü edilen Vakıflarda kendileri ve vakıf üyeleri adına örgütlü bir biçimde hareket etme hakkından etkin bir şekilde yararlanmalarını sağlamak konusundaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği anlaşılmıştır.
50. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 33. maddesinde güvence altına alınan örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
51. Bunun yanı sıra başvurucuların idari yargı sürecinin sonunda verilen görevsizlik kararı sonrasında bireysel başvuruda bulundukları tekrar hatırlatılmalıdır. Dolayısıyla başvurucuların din adamı olmaları nedeniyle Vakfın yönetiminde yer alıp alamayacaklarına ilişkin olarak derece mahkemelerince henüz bir değerlendirme yapılmamıştır. Öte yandan başvurucular Danıştayın işaret ettiği adli yargı yolunun şikâyetleri yönünden etkisiz olduğunu da ileri sürmemiştir. Mevcut başvurunun koşullarında yetkili yargı kolunu belirlemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Eldeki davada yetkili yargı yolunun belirlenmesine ilişkin hukuk sistemimizde bulunan mekanizmalar tüketilmiş de değildir. Şikâyetlerinin esasına yönelik olarak ise başvurucuların adli yargı mahkemelerinin esasa ilişkin vereceği bir karar sonrasında ve koşulları oluştuğu takdirde bireysel başvuruda bulunmaları mümkündür. Bu nedenlerle bireysel başvuru yolunun ikincilliği ilkesi gereği başvurucuların bu yöndeki şikâyetleri hakkında bir inceleme yapılmamıştır.
3. Giderim Yönünden
52. Başvurucular, ihlalin tespit edilmesi ve tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
53. Niteliği itibarıyla başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
54. Öte yandan somut olay bağlamında ihlalin tespit edilmesinin başvurucuların uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılabilmesi için örgütlenme özgürlüğünün ihlali nedeniyle manevi zararları karşılığında başvuruculara takdiren net 30.000 TL manevi tazminatın ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
A. Örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 33. maddesinde güvence altına alınan örgütlenme özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvuruculara net 30.000 TL manevi tazminatın AYRI AYRI ÖDENMESİNE,
D. 769,20 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.669,20 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 2/5/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.