Bölüm 1: “Miktar-Terazi-Paketçik” Sacayağının Hipnotik Etkisi ve Aşılamayan Masumiyet Karinesi
Bir uyuşturucu ticareti dosyasında, belirli bir miktarın üzerinde uyuşturucu, bir hassas terazi ve çok sayıda küçük kilitli poşetin varlığı, neredeyse istisnasız bir şekilde ticaret kastının varlığına hükmedilmesi için yeterli görülmektedir. Bu üçlü, adeta bir denklem gibi, mahkemeleri otomatik bir sonuca götüren bir formüle dönüşmüştür. Şüphesiz ki bunlar, suçun vasıflandırılması açısından son derece kuvvetli belirtilerdir. Ancak ceza hukuku, belirtilerle değil, Anayasa m. 38/4 ve CMK m. 217 uyarınca, her türlü şüpheden arındırılmış, kesin ve inandırıcı delillerle hüküm kurar. Değerli hakimlerimizin bu noktada sorması gereken temel soru şudur: Bu üçlü, sanığın hayatın olağan akışına uygun ve makul olabilecek savunmalarını, dosyadaki aksi yöndeki emareleri ve en önemlisi "şüpheden sanık yararlanır" evrensel ilkesini tamamen anlamsız kılacak mutlak bir ispat gücüne sahip midir?
1.1. Miktarın Deşifresi: “Stokçu Kullanıcı” Profilinin Göz Ardı Edilmesi
Miktar, ticaret kastının en gürültülü habercisi olsa da, en yanıltıcı olanı da olabilir. Özellikle uzun yıllardır düzenli kullanıcı olduğu AMATEM raporları, tanık beyanları veya kendi ikrarı ile sabit olan bir sanığın, uyuşturucu maddeyi sürekli olarak sokak satıcılarıyla muhatap olma riskinden kaçınmak, daha uygun fiyata toplu alım yapmak veya kendi kullanımını güvence altına almak amacıyla "stoklama" eğilimi göstermesi, hayatın olağan akışına aykırı bir durum mudur? Yargıtay’ın dahi kişisel kullanım sınırlarını belirlerken sabit bir gramaja bağlamayıp, kişinin bağımlılık derecesi ve sosyo-ekonomik durumuna atıf yapması, tam da bu bireyselleştirme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bu durumda mahkemenin görevi, ele geçirilen miktarı soyut bir "ticaret sınırı" algısıyla değil, sanığın somut profiliyle birlikte okumaktır. Örneğin, ele geçirilen madde, doğası gereği tek seferde yüksek miktarlarda tüketilebilen veya piyasada genellikle belirli bir gramajın altında satılmayan bir sentetik tür müdür? Sanığın mali durumu, bu miktarı kişisel kullanımı için dahi olsa tek seferde almasına imkân tanımakta mıdır? Bu sorular sorulmadan, miktarın tek başına bir mahkûmiyet gerekçesi yapılması, masumiyet karinesinin fiilen tersine çevrilmesi anlamına gelir.
1.2. Hassas Terazi: Ticaretin Mi, Tüketimin Mi Aparatı?
Hassas terazinin varlığı, neredeyse sorgusuz sualsiz bir şekilde "tartıp satacaktı" şeklinde yorumlanmaktadır. Oysa bir ceza muhakemesi, olasılıklar değil, kesinlikler üzerine kurulmalıdır. Mahkemenin sorması gereken alternatif sorular şunlardır: Bir kullanıcı, sokak satıcısından aldığı maddenin gramajının doğruluğunu, yani aldatılıp aldatılmadığını kontrol etmek amacıyla terazi bulunduramaz mı? Daha da önemlisi, özellikle eroin gibi aşırı doz riski yüksek maddelerde, kendi can güvenliğini sağlamak ve kullanacağı dozu ölümcül bir hata yapmadan hassas bir şekilde ayarlamak isteyen bir bağımlının bu yola başvurması akıl dışı mıdır? Bu, trajik bir mantıktır ancak hukuk, hayatın trajedilerini de göz ardı edemez. Terazinin varlığının ticaret kastına delil olabilmesi için, uyuşturucuyu çoğaltmakta kullanılan katkı maddeleri (adulterantlar), borç-alacak listeleri veya tanık beyanları gibi başka somut verilerle desteklenmesi gerekir. Tek başına terazi, şüpheyi güçlendirir ama şüpheyi mahkûmiyete tahvil edemez.
Bölüm 2: Laboratuvar Raporlarının Kutsallığı Miti ve Usulün Maddi Gerçekten Önce Gelen Varlığı
Kriminal Polis Laboratuvarından gelen uzman raporu, bir uyuşturucu davasının "kutsal metni" olarak kabul edilir. İçeriğindeki tespitler genellikle sorgulanmaz ve hükmün temel direği haline gelir. Oysa bir rapor, ancak usulüne uygun ve güvenilirliği şüpheye yer bırakmayacak şekilde elde edilmiş bir delil üzerine inşa edildiği müddetçe muteberdir. Unutulmamalıdır ki usul, maddi gerçeğe ulaşmanın bir angaryası değil, adil yargılanma hakkının bizzat kendisidir.
2.1. Kırık Halka Prensibi: Delil Zincirinin (Chain of Custody) Sorgulanması
CMK m. 169, adli kolluğun olay yerinde yaptığı tespitleri, aldığı örnekleri ve el koyduğu delilleri nasıl bir zabıt altına alacağını açıkça düzenlemiştir. Mahkemenin görevi, bu zaptın bir formaliteden ibaret olup olmadığını denetlemektir. Olay yerinde el konulan delil poşetinin ağzı kimin huzurunda mühürlenmiştir? Bu mühür, nakil sırasında herhangi bir aşamada bozulmuş mudur? Delili teslim alan ve laboratuvara götüren görevlilerin imzaları ve teslim saatleri tutarlı mıdır? Delil poşetinin laboratuvarda "mühürlü ve sağlam" olarak teslim alındığına dair bir şerh var mıdır? Delil zincirindeki en ufak bir kopukluk, en küçük bir şüphe, delilin "ayniyeti" yani olay yerinde el konulan delil ile laboratuvarda incelenen delilin aynı delil olduğu konusunu tartışmalı hale getirir. Bu, savunma makamının soyut bir iddiası değil, CMK’nın amir hükmünün bir gereğidir. Delil zinciri kopuksa, üzerine inşa edilen laboratuvar raporu da hukuken sakatlanmış olur.
2.2. Numunenin Temsil Kabiliyeti ve Ekstrapolasyon Tehlikesi
Özellikle yüksek miktarlı yakalamalarda veya çok sayıda paketin bulunduğu durumlarda, adli emanetteki tüm maddeler değil, temsili bir numune incelenmektedir. Peki, bu numune alma işlemi nasıl yapılmıştır? Örneğin, ele geçirilen 100 ayrı paketin sadece bir tanesinden alınan numunenin sonucunu, geri kalan 99 pakete de teşmil etmek hukuken ne kadar doğrudur? Ya diğer paketlerden bazıları uyuşturucu madde içermiyorsa veya farklı bir tür içeriyorsa? Bu "ekstrapolasyon" yani genelleme yöntemi, toplam miktar üzerinden ceza tayin edilirken sanığın aleyhine ciddi hatalara yol açabilir. Usulüne uygun bir numune alma işlemi, tüm paketleri temsil edecek şekilde, homojen bir karıştırma veya farklı paketlerden istatistiki olarak anlamlı sayıda örnek alınmasıyla mümkündür. Mahkeme, bilirkişi raporunda numune alma metodolojisinin açıkça belirtilmesini talep etmeli ve bu metodolojinin bilimselliğini ve hukuka uygunluğunu sorgulamalıdır.
Bölüm 3: "Tasarımcı Uyuşturucular" ve Kanunilik İlkesinin Aşil Topuğu
Ceza Hukukunun en temel postülatı olan "kanunsuz suç ve ceza olmaz" ilkesi (TCK m.2), uyuşturucu suçları alanında, özellikle "tasarımcı uyuşturucular" (designer drugs) karşısında ciddi bir sınav vermektedir. Yasa dışı kimyagerler, yasaklı bir maddenin moleküler yapısında kasıtlı olarak küçük bir değişiklik yaparak (bir atomu çıkarıp yerine başkasını koyarak), yasal olarak henüz tanımlanmamış ancak neredeyse aynı psikoaktif etkiyi gösteren yeni bir molekül yaratmaktadır.
Laboratuar raporlarında sıklıkla karşımıza çıkan "… maddesinin kimyasal türevidir" veya "… ile benzer farmakolojik etkilere sahip bir sentetik kannabinoid analoğudur" şeklindeki ifadeler, kanunilik ilkesinin etrafından dolanmak anlamına gelebilir. Ceza hukuku, kıyas ve genişletici yoruma kapalıdır. Bir maddenin yasaklı bir maddenin "türevi" veya "benzeri" olması, onun da cezalandırılacağı anlamına gelmez. O yeni ve farklı molekülün, kimyasal formülüyle birlikte, kanunda veya kanunun atıf yaptığı ilgili Bakanlık yönetmeliğinin ekindeki yasaklı maddeler listesinde açıkça ve şüpheye yer vermeyecek şekilde yer alması zorunludur.
Hakimin görevi, bilirkişinin kimyasal yorumunu hukuki bir kesinlik olarak kabul etmek değil, raporun sonuç kısmında belirtilen kimyasal formülü, yürürlükteki mevzuatın ekli listeleriyle bizzat karşılaştırmaktır. Eğer tam bir eşleşme yoksa, ortada kanuni unsuru oluşmamış bir fiil var demektir. Toplumsal tehlike ne kadar büyük olursa olsun, kanunilik ilkesi, hukuk devletinin vazgeçilmez bir güvencesidir ve bu güvence, yorum yoluyla aşılamaz. Bu tür dosyalarda verilecek bir mahkumiyet kararı, Anayasa'nın 38. maddesinin açık bir ihlali olacaktır.
Bölüm 4: İştirak Enflasyonu ve Örgüt Kavramının Genişletici Yorumlanması Tehlikesi
TCK m. 188/5, suçun bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesini, temel cezayı yarı oranında artıran son derece ağır bir nitelikli hal olarak düzenlemiştir. Ne var ki tatbikatta, TCK m. 220'de tanımlanan örgüt kavramının unsurları tam olarak oluşmadığı halde, aralarında süreklilik ve hiyerarşi bulunmayan birkaç sanığın birlikte hareket ettiği her durumun kolaylıkla "örgüt" olarak nitelendirilebildiğini, bir "iştirak enflasyonu" yaşandığını görmekteyiz.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun yerleşik ve istikrarlı kararlarında vurgulandığı üzere, bir yapının TCK m. 220 anlamında örgüt sayılabilmesi için şu unsurların bir arada bulunması gerekir:
Üye Sayısı: En az üç kişi olmalıdır.
Hiyerarşik Yapı: Üyeler arasında gevşek de olsa bir astlık-üstlük ilişkisi, bir emir-komuta zinciri bulunmalıdır. Herkesin eşit statüde olduğu bir suç ortaklığı örgüt değildir.
Süreklilik (Devamlılık): Suç işleme iradesi, anlık bir birleşmenin ötesinde, geleceğe dönük bir devamlılık arz etmelidir. Sadece tek bir suç işlemek için bir araya gelmek, örgüt değil, TCK m. 37 vd. kapsamında iştiraktir.
Amaç Suçları İşlemeye Elverişlilik: Yapının, amaçladığı suçları işlemeye elverişli bir organizasyona, araç ve gerece sahip olması gerekir.
Mahkemeler, özellikle "hiyerarşi" ve "süreklilik" unsurları üzerinde titizlikle durmalıdır. Bir satıcının, bir toptancıdan periyodik olarak mal temin etmesi, aralarında hiyerarşik bir bağ olduğunu değil, ticari bir "alt-satıcı - üst-satıcı" ilişkisini gösterir. İki sokak satıcısının zaman zaman birbirine yardım etmesi veya aynı bölgede faaliyet göstermesi, bir örgüt değil, basit bir işbirliğidir. Örgütün varlığı, telefon dinleme kayıtları, tanık beyanları, para akışının takibi gibi somut delillerle, yapının şeması ortaya konularak ispatlanmalıdır. Aksi takdirde, basit bir iştirak halinin, cezayı fahiş bir şekilde artıran bu nitelikli hal ile cezalandırılması, orantılılık ilkesinin ve kanunun lafzının açık bir ihlali olacaktır.
Bölüm 5: Dijital Delillerin Kırılganlığı ve Teknik Takibin Sınırları
Teknoloji, suçla mücadelenin vazgeçilmez bir parçası haline gelmiş olsa da, dijital deliller ve teknik takip tedbirleri, hukuka uygunluk denetiminin en hassas şekilde yapılması gereken alanlardır.
5.1. HTS Kayıtlarının Anlattığı ve Anlatamadığı Hikaye
HTS (Historical Traffic Search) kayıtları, sanıkların belirli bir zamanda aynı baz istasyonu bölgesinde bulunduklarını gösterebilir. Ancak bu, onların bir araya geldiklerini, hele ki bir suç işlediklerini ispatlamaz. Özellikle büyük şehirlerde, bir baz istasyonunun kapsama alanı kilometrelerce olabilir ve on binlerce insan aynı anda bu alanda bulunabilir. HTS kayıtları, ancak ve ancak tanık beyanı, fiziki takip tutanağı, görüntü kaydı gibi başka bir somut ve doğrudan delili destekliyorsa bir anlam ifade eder. Tek başına HTS kayıtlarına dayanarak "bir araya gelip suçu planladılar/icra ettiler" sonucuna varmak, bir varsayımı delil olarak kabul etmektir.
5.2. İletişimin Tespiti ve “Şifreli Konuşma” Tuzağı
CMK m. 135 uyarınca alınan iletişimin tespiti (telefon dinlemesi) kararları, soruşturmanın en önemli delillerini üretebilir. Ancak bu tedbirin uygulanmasında ve elde edilen verilerin yorumlanmasında azami dikkat gösterilmelidir. Özellikle "şifreli" veya "argo" olduğu iddia edilen konuşmaların yorumlanması, sübjektiviteye son derece açıktır. "Mal geldi mi?", "bir koli beyaz eşya lazım", "ilaçları hazırla" gibi ifadelerin uyuşturucuya işaret ettiği iddiası, kolluk kuvvetlerinin bir yorumudur ve bu yorum tek başına delil olamaz. Bu konuşmaların uyuşturucu ticaretiyle ilgili olduğunu ispatlamak için, o konuşmanın hemen öncesinde veya sonrasında yapılan bir fiziki takip, bir para transferi veya bir teslimat anının tespiti gibi somut bir olguyla eşleştirilmesi gerekir. Aksi halde, masum bir konuşmanın, kolluğun veya savcılığın önyargılı yorumuyla bir suç deliline dönüştürülme riski her zaman mevcuttur.
Sonuç olarak ifade etmek gerekir ki, uyuşturucu ticaretiyle mücadele, şüphesiz ki bir kamu görevidir ve büyük bir ciddiyet gerektirir. Ancak bu mücadele, hukuk devletinin temel direkleri olan masumiyet karinesi, kanunilik ilkesi ve adil yargılanma hakkı feda edilerek yürütülemez. Her dosya, kendi somut koşulları içinde, mekanik formüllerden ve ezberlerden uzak bir şekilde, eleştirel bir akıl ve adalet süzgecinden geçirilerek değerlendirilmelidir. Verilecek her karar, sadece o sanığın kaderini değil, aynı zamanda toplumun hukuka ve adalete olan inancını da şekillendirecektir. Unutulmamalıdır ki, en ağır suçla itham edilen sanığın haklarını korumak, aslında bütün toplumun hukuk güvenliğini korumaktır.

Av. İbrahim ASLANTAŞ





