Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal etme suçu, Türk Ceza Kanunu’nun 188. maddesi uyarınca en ağır yaptırımlara bağlanmış suç tiplerinden biridir. Ancak bu ağırlık, ceza yargılamasının temel ilkelerini gevşetmez: Mahkûmiyet, her olayda olduğu gibi burada da “her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil”e dayanmak zorundadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 14.10.2014 tarihli, E.2014/10-31, K.2014/417 sayılı kararı, uygulamada sıkça görülen üç kolaycı akıl yürütmeyi sınırlandırması bakımından özel bir önem taşır: Tapu kaydını ceza sorumluluğuna doğrudan bağlamak, gizli bölmeleri bilme olgusunu iştirak delili saymak ve mekânla aralıklı ilişkiyi süreklilik karinesi gibi yorumlamak. Kurulun ilk cümlelerden belirlediği uyuşmazlık noktası nettir: “sanığın üzerine yüklenen uyuşturucu madde imali suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.” (CGK, 14.10.2014, E.2014/10-31, K.2014/417)
Somut olayda kolluk, Tekirdağ’da bir çiftlik ve eklentilerinde yaptığı aramalarda büyük miktarlarda eroin ve baz morfin ile bunlara ilişkin gizli bölmeler tespit eder. Çiftlik tapuda sanık G. adına kayıtlıdır; ancak dosyadaki çok sayıda anlatım, fiilî ve ekonomik hâkimiyetin kayınpeder B.K. ve oğullarında bulunduğunu göstermektedir. Sanık G. ev hanımıdır, Yeşilköy’de ikamet eder ve aile bağları nedeniyle çiftlikte zaman zaman, özellikle tatillerde çocuklarıyla kısa sürelerle kalır. Yerel mahkeme, tapu kaydı ve sanığın evdeki bazı gizli bölmelerin yerini bilmesi gibi olguları mahkûmiyet için yeterli görür; Özel Daire ve nihayet Ceza Genel Kurulu ise dosyayı ispat standardı merkezinden okur ve farklı bir sonuca varır.
Kararın ilk ve en kritik mesajı, mülkiyet–fiilî hâkimiyet ayrımıdır. Ceza sorumluluğu, kimin adına kayıtlı olduğundan ziyade kimin fiilî denetim ve tasarruf yetkisi kullandığıyla ilgilidir. Bu nedenle Kurul, “suça konu uyuşturucu maddelerin imal edildiği ve ele geçirildiği çiftlik her ne kadar tapuda sanık G. adına kayıtlı ise de, ev hanımı olup herhangi bir geliri olmayan sanığın çiftlik sahibi olması hayatın olağan akışına aykırıdır…” tespitini yaparak tapu kaydının tek başına belirleyici olamayacağını vurgular (CGK, 14.10.2014, E.2014/10-31, K.2014/417). Buradaki “hayatın olağan akışı” vurgusu, ekonomik gerçekliğin ve fiilî kullanımın birlikte değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatır: Masrafları kim karşılıyor, talimatları kim veriyor, personeli ve güvenliği kim organize ediyor? Eğer bu göstergeler başka kişilere işaret ediyorsa, sırf tapu kaydıyla ceza sorumluluğu kurulamaz.
İkinci önemli başlık, “gizli bölmeleri bilme” olgusudur. Ceza Genel Kurulu, sanığın evdeki bazı gizli bölmelerin yerini biliyor olmasını tek başına üretime katılımın delili saymaz; aksine, “çiftlikte bulunan evlerdeki bir kısım gizli bölmelerin yerini bilmesinin sanık G.’nin uyuşturucu madde imali suçuna katıldığı şeklinde yorumlanamayacağı”nı açıkça belirtir (CGK, 14.10.2014, E.2014/10-31, K.2014/417). Bu yaklaşımın pratik sonucu açıktır: Aile üyelerinin, geniş bir aileye ait veya birden çok kişinin gelip gittiği bir taşınmazdaki bazı özel düzenekleri biliyor olması, kendiliğinden suçun icrasına iştirak ettikleri anlamına gelmez. Aynı olgunun makul bir masum açıklaması varsa —örneğin aile içi kullanım, çocukların güvenliği için saklama mahzenlerinin yerini bilme, temizlik ve bakım işleri gibi— şüphe sanık lehine korunur.
Üçüncü mesaj, mekânla aralıklı ilişkinin nasıl değerlendirileceği noktasındadır. Kurul, sanığın Yeşilköy’de ikamet edip “sadece tatillerde çocuklarıyla çiftliğe gelip kaldığı” yönündeki savunmasının dosya kapsamıyla doğrulandığını, bu durumun imal fiiline katılımı ispatlamaya yetmediğini kabul eder. Burada verilen ölçü şudur: Uyuşturucu üretimi; planlama, teknik bilgi, malzeme tedariki ve ciddi bir iş bölümü gerektiren, süreklilik içeren bir süreçtir. Bu sürecin herhangi bir aşamasına sanığın somut katkısını göstermeyen dosyalarda, sırf mekânsal temas veya akrabalık bağlarıyla mahkûmiyet kurulamaz.
Ceza yargılamasında ispat standardı değişmez. Kararın sonuç kısmı bu ilkeyi berrak bir dille tekrarlar: “yüklenen suçun işlenmesine sanığın katıldığı hususunda her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden… sanığın beraatine karar verilmesi gerekir” (CGK, 14.10.2014, E.2014/10-31, K.2014/417). Bu cümle, uyuşturucu suçlarının ağırlığının delil eşiğini düşürmediğini ve mahkûmiyet için delillerin birbirini tamamlayan bir bütün hâlinde sunulması gerektiğini hatırlatır.
Peki, TCK m.188 bağlamında “imal” fiiline katılım nasıl ispatlanmalıdır? İmal, yalnızca bitmiş ürünün elde edilmesini değil; sentezleme, saflaştırma, dönüştürme ve karıştırma gibi üretim zincirinin her halkasına bilinçli ve iradi katılımı kapsar. Suça katılmanın müşterek faillik, azmettirme veya yardım etme türlerinden hangisi ileri sürülüyorsa, sanığın somut rolü kronolojik ve maddi delillerle gösterilmelidir: Hammadde ve prekürsör alışları, laboratuvar ekipmanının temini ve kurulumu, üretim planlarına ilişkin yazışmalar, üretim gün ve saatleriyle uyumlu HTS/baz kayıtları, para hareketleri, kamera görüntüleri, kimyasal iz ve numuneler, birbirini teyit eden tanık anlatımları… Bu liste uzatılabilir; önemli olan, tek bir nötr olguya dayanmamak ve delil bütünlüğünü sağlamaktır. CMK m.217 gereğince hâkim hükmünü duruşmada tartışılan delillere ve vicdani kanaatine göre verir; hukuka aykırı elde edilen deliller (arama kararı ve kapsamı, katalog tedbir süreleri, zincirleme onaylar, numune–mühür–rapor uyumu gibi usul aşamalarındaki eksiklikler) hükme esas alınamaz. Zincirdeki bir kopukluk, ispat bütününü zedeler.
Kararın uygulamaya dönük başka bir sonucu da, ekonomik gerçekliğin ve fiilî hâkimiyetin araştırılmasını zorunlu kılmasıdır. Kâğıt üzerinde malik görünen kişi ile işletmeyi gerçekten yöneten kişinin ayrılması, özellikle örgüt faaliyeti şüphesi bulunan dosyalarda hayati öneme sahiptir. Hiyerarşi, süreklilik ve planlı iş bölümü ortaya konmadan yalnızca çok sanıklı bir dosyadan “örgüt faaliyeti çerçevesinde işleme” sonucu çıkarmak mümkün değildir. Aynı şekilde, teşebbüs sınırının tayininde de hazırlık–icra ayrımı dikkatle yapılmalıdır: Reaksiyonun başlatılması, üretime özgü kimyasal süreçlerin işletilmesi ve üretime elverişli düzeneklerin çalıştırılması gibi göstergeler olmadan yalnızca malzeme bulundurma, çoğu kez mahkûmiyete elverişli sayılmaz.
Tüm bu çerçevede, CGK’nın 2014 tarihli kararı savcılık, müdafii ve mahkeme bakımından pratik bir rehber niteliğindedir. Savcılık makamı, sanığın üretim zincirindeki işlevini somutlaştıran delilleri usulüne uygun toplamalı ve bunları birbirini tamamlayan bir bütün olarak sunmalıdır. Müdafii tarafı ise, mülkiyet–fiilî hâkimiyet ayrımını görünür kılmalı; gizli bölmeleri bilme gibi olgulara masum açıklamaları destekleyen somut verilerle karşılık vermeli; arama–elkoyma ve delil zinciri işlemlerinin usule uygun yürütülüp yürütülmediğini titizlikle denetlemelidir. Uyuşturucu üretimi gibi teknik ve örgütlenmeye açık suçlarda, mahkûmiyet ancak rol, kontrol ve katkının açıkça ortaya konduğu durumlarda mümkündür; aksi hâlde şüphe sanık lehinedir.
Son söz olarak; bu karar, hâkimler için bir ispat pusulası, savcılar için delil inşasının asgari gerekleri, müdafiler içinse savunma stratejisinin ana omurgasıdır. Tapu kaydı tek başına yeterli değildir; gizli bölmeleri bilmek tek başına yeterli değildir; mekânla aralıklı temas tek başına yeterli değildir. Yeterli olan, sanığın üretim sürecindeki katkısını kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanıtlayan, usule uygun ve birbirini doğrulayan deliller bütünüdür. Ceza Genel Kurulu’nun 14.10.2014 tarihli, E.2014/10-31, K.2014/417 sayılı kararı, tam da bunu söyler ve sonuçta yerel mahkeme mahkûmiyetinin bozulmasını, sanık hakkında beraat hükmü kurulmasını gerektirir.

Av. Deniz YEŞİLOĞLU





