I. Giriş:

Türk, kendini bildi bileli bir devlet teşkilatı ile beraber var olmuştur. Devleti olmayan Türkler ya çok zayıflamış ve yok olmuşlar ya da tekrar devlet kurup tarih sahnesine çıkmışlar ve bende varım demişlerdir. Bazı uluslar vardır ki devlet olmadan da var olmayı başarabilmişlerdir. Mesela İsrailoğulları, çok uzun zaman devlet sahibi olmamalarına rağmen, kültür aktarımındaki başarıları, akademik ve ticari hayatta söz sahibi olarak varlıklarını çeşitli devletler içinde dini azınlık olarak sürdürmeyi başarabilmişlerdir. Yine klasik veya orta çağda yüksek medeniyet kurabilen Yunan, Fars, Arap milletleri de Türk veya diğer ulusların egemenliği altında yaşadıkları dönemlerde ulusal varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Ancak Türk Milleti bu özellikleri gösterebilen bir ulus değildir. Devleti olmadan Türk kimliğini korusa da etki uyandıramaz. Türk Milleti, devletiyle beraber varlığı anlam kazanan bir ulustur. Ortada Türk milletine ilişkin bir başarı varsa, onu iyi örgütleyen, adalet ve liyakati sağlayan bir devlet organizması vardır. Bu nedenle, Türk’ün devlete bakışı ne kollektif paylaşımı esas alan Doğu uluslarına ne de şahsi hayatı ve bencil çıkarı önceleyen Batı Uluslarına benzemez. Türk kaderini, kurduğu Devletinden ayrı görmez. Bu anlayış Türk Devlet Felsefesinde değişmeyen bir sabitidir, ancak ilk Türk Devletinden son kurulan Türk Devletine kadar devlete bakışımızda da bir çok değişimler yaşanmıştır. Türk devletleri, tarih boyunca farklı coğrafyalarda kurulmuş ve bu coğrafyaların siyasi, kültürel, ekonomik ve askeri özelliklerinden etkilenmiştir. Bu etkileşim, Türk milletinin devlet felsefesini de şekillendirmiştir. Devlet felsefesi, kurucu ulusun bir devlete varlık nedeni, yönetim biçimi, hedefleri, değerleri ve ilkeleri gibi temel sorulara verdiği cevaplardan oluşur. Türklerde, o kadar geniş bir coğrafyaya yayılıp o kadar farklı kültür ve medeniyetlerle ilişki içine girmişlerdir ki, devlete verilen anlam içinde bulundukları sosyolojik ortama göre değişmiştir. Bu yazımızda biraz bu hususlara değineceğiz.

II. Türklerin, Türk Devlet Felsefesine bakışını etkileyen unsurlar:

Türk devletlerinin yaşadığı coğrafyanın değişmesi (göç ve fetih): Türk devletleri, genellikle geniş ve bozkır alanlara sahip olan Moğolistan yaylaları ve Ötüken Bölgesinden zamanla, önce Orta Asya'ya oradan da kuzeyde Rusya stepleri ve Doğu Avrupa, güneyde Afganistan, Hindistan, İran, Arabistan, Mısır ve Kuzey Afrika’ya, Batıda ise Anadolu ve Balkanlara kadar bir yayılım göstermişlerdir. Bu yayılma, hem hareketli yaşamın sunduğu imkanlar hem de coğrafyanın getirdiği zorluklar nedeniyle gerçekleşmiştir. Türk devletleri, coğrafyanın belirlediği sınırları aşarak yeni topraklar kazanmak, ticaret yollarını kontrol etmek, kültürel etkileşimi artırmak ve düşmanlarına karşı üstünlük sağlamak gibi amaçlar gütmüş, bu amaç doğrultusunda teşkilatçı olmaları ve üstün askeri yeteneklerini kullanarak yaşadıkları coğrafyalara egemenlik kurmayı tercih etmişlerdir. Coğrafyanın değişmesi, etkileşime girilen kültürden, askeri ve ticari organizasyonlarından etkilenmeyi de beraberinde getirmiştir. Mesela; Memluk askeri sıcak iklim dolaysıyla hafif zırhla kuşanıp, lojistik için deve kullanırken; Babür askeri kauçuk kaplama zırh kullanırken, lojistik taşımada filleri kullanmıştır. Yine etkilenilen kültürde değişim göstermiştir. Nitekim Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Devletleri, öncül egemen Bizans ve Fars devlet teşkilatından etkilenmişken; Eyyubiler ise Emevi ile Abbasi Devletleri ve kadim Mısır Devlet teşkilatından etkilenmişlerdir.

Türk devletlerinin dinini değiştirmesi: Türk devletlerinin egemen olduğu yurtta yaşayanlar ile kurucu ulus olan Türk Milletinin dininden de etkilenmiştir. Çünkü din değişimi Hukuk kurallarının kaynağını değiştirmektedir. Din hem toplumsal yaşam biçimi olan örf adeti hem de kurallar koyması bakımından toplumsal kuralları değiştirmektedir. Türkler, Gök Tanrı inancından İslam dinine geçmeleriyle birlikte, Töre’ nin yerini de Şerri hükümler almıştır. Yine Uygurlar bir dönem Mani dinini benimsemeleri ve Hazar Türk devletinin Yahudi dinini benimsemeleri hukuk kurallarını doğrudan etkilemiştir.

Türk Milletinin konar/göçer hayattan yerleşik hayata geçmesi: Türk milletinin gittiği coğrafyalarda devletleşmesi ve yerleşik kültürlerle tanışması, zamanla sahibi olduğu devletinde teşvikiyle konar/göçer hayattan yerleşik hayata geçilmesini sağlamıştır. Bu geçiş ile birlikte il (devlet), töre, budun (millet) gibi değer atfedilen kavramlara vatan kavramı da eklenmiştir. Bir çok kişinin aksine ben Türkler de vatan kavramının yerleşik hayata geçip, toprakla bağ kurmaya başladıktan sonra geliştiğini düşünüyorum. Eski Türklerde vatan kavramı, yerine çoğunlukla yurt kavramı kullanıldığı görülmektedir. Türkler için yurt, özgür yaşayıp geçimlerini sağlayabildikleri toprak parçasıydı. Bu iki ihtiyaçtan biri karşılanmazsa yeni topraklara göç edilir ve buralar yurt haline gelirdi. Türklerde klasik anlamda vatan kavramının önem kazanması, yerleşik hayata geçilmesiyle yaşadığı toprağa değer ve anlam yüklemesiyle gerçekleşmiştir. Böylece yurt kavramını aşan ve ata toprağı kabul edilerek bir anlam ve mana kazanan “vatan” kavramı Türkler için değer atfedilen kavramlar arasına girmiştir. Eskiden Türkler için açık yaylalarda baskından korunma işlevini sağlayacak devlet teşkilatlanması ve toplumun kendi içinde barışı ve huzurunu sağlayacak töre kavramıda önemliydi. İl, eski Türklerde “devlet” kavramına karşılık gelmekte olup günümüzde hala kullanılmakla birlikte “il” kavramı daralmış anlam kayması yaşamış, yerine Arapça kökenli “devlet” kavramı almıştır[1]. Töre kavramı ise, eski Türklerde hukuk, gelenek ve din gibi birden fazla kavramın karşılığı olup, günümüzde anlam kayması yaşayarak “gelenek ve görenek” kavramlarına daralmış, yerini önce İslam’ın etkisiyle şeriat, Tazminat ile birlikte ise “Hukuk” kavramları almıştır[2]. Yazımızda boylardan Oğuz boyu ve devletlerden Göktürk, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletleri esas alınarak incelenecek ve bu tarih çizgisi takip edilerek Türklerin devlet felsefesi ve yönetim anlayışı yorumlanacaktır. Bunun sebebi, diğer Türk boylarında devlet egemenliğinin kesintiye uğramış olması ve tarihi kayıtların yetersizliğidir.

III. İslam öncesi, Konar/Göçer Bozkır Kültüründe Türk Devlet Felsefesi:

Eski Türklerin devletin varlık nedeni, yönetim biçimi, devletin hedefleri, devletin değerleri ve ilkeleri gibi temel sorulara verdiği cevapları başlıklar halinde inceleyelim.

a)  Devletin varlık nedeni: Her devletin temel varlık nedeni himayesinde bulunan toplumun güvenliğinin sağlanmasıdır. Eski Türk Kültürü de açık yaylalarda hayvan otlatan Türk topluluğunu düşmanlara, yağmacı topluluklara karşı korumak temel hedef olmuştur. Bu temel vazife haricinde, hayvancılık ile geçinen Türk topluluğunun tarımsal ve ticari ihtiyaçlarının karşılanması için barış zamanı ticari hayatın korunması ve teşviki ile savaş vakitleri düşman ülkelerin yağmalanması suretiyle üretim dışı ihtiyaçların karşılanması en önemli işlevlerindedir. Nitekim dönemine göre bir tür sosyal devlet anlayışı olduğu Orhun Kitabesinde özetle; aç olan milleti doyurduk, fakir, yoksul ve aç milleti zengin hale getirdiği, belirtilerek, Hakan’ın Türk Budununun ihtiyaçlarını karşıladığı ifade edilmiştir.

b) Devletin yönetim biçimi: Eski Türk Devletinde en küçük yapı birimi aileden başlayarak, ailelerin birleşmesinden Urug (sülale) ve Urugların birleşmesinden de boy meydana gelmekteydi[3]. Boyun başında liderliği, cesurluğu, ekonomik ve siyasi gücüyle bir boy beyi bulunurdu. Boyların birleşmesiyle Bodun (Millet) oluşmakta olup, boy beyleri Kurultayın üyesi iken genelde en güçlü boyun beyi ya da millete kahramanlık veya cesareti ile önderlik yapan boy beyleri Kurultay üyeleri tarafından Devlet’in başına yönetici olarak seçilmektedir. Devletin yöneticisi Hükümdar; Kağan, Hakan,Han gibi sıfatlarla devleti yönetirdi. Devlet yöneticileri halkın hayatını düzenlemek ve kolaylaştırmak ile görevliydiler. Bir kişi Hakan seçildiğinde artık o kişi ve ailesi artık Kut sahibi olur ve onun soyundan gelenler ancak devletin başına geçebilirlerdi. Hakan devletin Hükümdarı, Gök Tanrı’nın kut verdiği kişidir. Onun emirlerine uymak “Töre” gereğidir. Ayrıca devletin önemli idari işlerinin ve siyasi faaliyetlerinin görüşüldüğü, Budunun önemli kararların istişare edilerek alındığı, boy beylerinden oluşan bir Kurultay bulunmaktadır. Hakanın devlet yönetiminde yardımcıları olan vezirlerinden (aygucu veya buyruk) oluşan bir hükümet (toy) bulunmaktadır. Yine Bozkır Türklerinin sosyal hayatını düzenleyen ahlaki, sosyal, siyasi normlar bütününden oluşan Töre (Hukuk kuralları) bulunmaktadır. Eski Türklerde; Hakan, Kurultay, Toy ve Töreden oluşan bu dörtlü bir yönetim biçimi vardı[4]. Hakana bağlı Kurultay’ın üyesi boy beylerinden oluşan ve herkesin Töreye uyduğu bir devlet yapılanması, gevşek bir boy federasyonu, eski Türklerin yönetim biçimiydi. Bu federasyonda vatana bağlı halklar değil, İl ve Töreye bağlı konar/göçer boyların Kağana bağlılığı esastı ve bağlı boylar görece özerk bir yapıya sahipti. Merkezdeki Han’a vergilerini öder, savaş zamanı asker gönderirlerse bir sorun yaşamazlardı, aksi durumlarda isyan etmiş sayılırlar ve cezalandırılırlardı[5].

c) Devletin hedefleri: Genel anlamda devletin amacı, iç ve dış düşmanlara karşı halkı korumak, adaletin tesisi ve halkın ihtiyaçlarını sağlamaktır. Ancak özelde Türk devletlerinin bir takım özel amaçları da vardır. Bunlar a) Yurt edinme: Türkler yerleşik hayata geçesiye kadar sürmüştür. Türkler hayvancılıkla geçindikleri ve konar/göçer bir hayat sürdükleri için sürekli hayvanlarını otlatabilecekleri yerler aramışlardır. b) Cihan hakimiyeti: Türkler savaşçı bir halktır ve kadim zamanlardan bu yana “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar” hakim olma amacı taşımışlardır. Oğuz Kağan Destanında “güneş bayrağımız, gökyüzü çadırımız” sloganı ile dünya fethine çıkıldığı anlatılmaktadır. Tüm bu anlatılardan çıkan sonuç, Türklerin tüm Dünyayı hakimiyet altına almak gibi bir amaçları olduğudur. c) Halka hizmet: Eski Türklerde dikilen Bengü taşlarında açıkça anlaşılmaktadır ki, Türk Kağanı her zaman budunu ihtiyaçlarını merkeze almıştır. Nitekim bu anlayışın neticesinde Türklerde devlet “baba” figürü ile özdeşleştirilmiştir.

d) Devletin değer ve ilkeleri: Eski Türklerde devletten sosyal devlet olması, adalet ve hukuk üstünlüğünü tesis etmesi, geleneklere bağlılık ve gelişime açık olması, sınıfsız bir toplum sağlaması, yönetimde liyakati esas alması beklenir. Özellikle hukuka bağlılık ve adaletin tesisi hususu atasözlerine bile yansımıştır: “İl gider Töre kalır” veya “Töre konuşunca Hakan susar” gibi söylemler, hukukun üstünlüğü ve adalete verilen önemi göstermektedir. Yine Türk toplumunda sınıfsal bir toplum yapısına sahip değildir, sadece Hakan ve Boy Beylerinin yönetici elit olarak bir takım sınıfsal üstünlükleri bulunmaktadır, ancak bu durum yaygın bir hal değildir. Yine kadınlar ile erkekler arasında da tam bir eşitlik söz konusudur. Eski Türklerde halkın ihtiyaçlarıyla doğrudan ilgilenilirdi, bir sosyal devlet anlayışı vardır. Sınıfsız bir toplum yapısına sahip Türkler, ekonomik eşitsizliği de önlemeye çalışırlardı.

IV. İslam’ın kabulü ve yerleşik hayata geçişle birlikte klasik dönemde Türk Devlet Felsefesi:

Türklerin Müslümanlığa geçiş dönemi Selçuklu İmparatorluğu zamanında yoğunlaşmışken, yerleşik hayata geçici ise Selçuklu ile başlayıp Osmanlı Devleti zamanında tamamlanmıştır. Bu nedenle, her iki devletin bir sentezi yapılarak klasik dönem yorumlanacaktır.

a) Devletin varlık nedeni: Bu dönemde de devletin temel varlık nedeni himayesinde bulunan toplumun güvenliğinin sağlanmasıdır. Artık bu dönemde Türklerin çoğunluğu yerleşik hayata geçmiş; halkın içinde çiftçilik, esnaflık ve diğer zanaatlarla uğraşan insanlar bulunmaktadır. Ayrıca bir kısmı hala konar/göçer hayatına devam ettirmektedir. Dolaysıyla halkın ihtiyaçları, devletin kendi sınırları içinden karşılandığından, yağma faaliyetlerine eskisi gibi yoğun yapılmamıştır. Fetih faaliyetleri, cihat (İslam dininin yayılması) ve cihan hakimiyeti mefkureleriyle yapılmış, yağma ise devletin hazinesini zenginleştirmek ve savaşan askeri ödüllendirmek maksadıyla gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde, sosyal devlet anlayışı nispeten gerilemiş, halkın vakıf kurarak çeşitli hizmetleri yerine getirme konusunda devlet kadar faal hale gelmiştir. Adaleti tesisi edip, halkın arasında barış ve huzurun tesisi bu dönemde devletin varlık nedenleri arasında sayılmıştır. Nitekim “Devlet Başa, Kuzgun Leşe” tabiri görevini iyi yapamayarak huzuru sağlayamayan Osmanlı yöneticileri için kullanılmış bir tabirdir.

b) Devletin yönetim biçimi: Hem Selçuklu hem de Osmanlı Devletinin kuruluş aşamalarında devletin kuruluşu eski düzendeki gibi boylar federasyonuna dayanmaktaydı. Selçukluları Kınık Boyu, Osmanlıları ise Kayı Boyu kurabilmiştir. Ancak Türklerin yeni göç ettikleri yerlere hızla yerleşmeye başlamaları ve Türk nüfusun çoğunluğunun yerleşik hayata geçmesi eski konar/göçer devlet ve askeri teşkilatın değişmesine sebebiyet vermiştir. Selçuklular aynı coğrafyada daha evvel egemen olan Pers İmparatorluğunu devlet sisteminden etkilenmişken, Osmanlılar ise Anadolu Selçuklu Devleti ve Roma/Bizans İmparatorluğunu kendisine örnek almıştır. Yine askeri teşkilatta Eski Türklerde devletin her vatandaşı hatta kadınlar bile savaşa katılırken, yerleşik hayata geçip kurumsallaşmayla birlikte devlette artık askeri, idari ve ilmi sınıflar oluşmuştur. Devletin yöneticisi Hükümdar; Kağan, Hakan gibi sıfatları bırakarak Sultan unvanını benimsemiştir. Sultan unvanının Türklerde ilk kullanan Gazneli Mahmut iken Oğuzlarda ilk benimseyenler Selçuklu Devletinde Sultan Alparslan ile Osmanlı Devletinde ise Sultan I. Murad  Handır[6]. Belli bir dönem sonra halk tarafından devletin başındaki kişiye padişah, saray erkanı tarafından hünkar şeklinde de hitap edilmiştir[7]. Bir kişi Sultan olduğunda artık o kişi ve ailesi Kut sahibi olur ve onun soyundan gelenler ancak devlete baş olabilirler. Kut sahibi olmak kavram olarak görülmese de gelenek olarak devam etmiştir. Osmanlı Yönetim sistemi meşvereti esas alan, günlük devlet işleri için bir divanın olduğu başında Vezir-i Azamın (başbakan) ve vezirlerden (bakan) oluşan bir hükümet bulunmaktadır. Divan-ı Hümayun’un yetkilerini devletin sahibi padişah ile istişare etmek ve sultan tarafından verilen idari görevleri yerine getirmek, devlet işleyişini sağlam gibi görevleri vardır. Divan üyelerinin etkisi, Osmanlı Devletinin gerilemeye başlamasıyla, artmıştır. Divan-ı Hümayun bürokrasisini ise; Kadıasker, Defterdar ve Nişancıdan oluşur. Yine Osmanlı’da İlmiye teşkilatı Şeyhülislamlık, Müderrislik, Kadılık makamlarından oluşurdu. Özelikle Kadılık makamının hem yargı hem de idari görevleri vardı. Yine Osmanlı Devleti, Askeri, Mali ve Taşra yönetimlerine de sahipti.

c) Devletin hedefleri: Bu dönemde devletin hedefleri değişmemiş, ancak gelişmeye başlamıştır. a) Yurt edinmek: Devletin amaçları arasındadır, hem Selçuklu hem de Osmanlı Devletleri yeni yurtlar fethedilmesi amaçlanmış, aynı zamanda buraları vatanlaştırılmak (Türklerin yerleştirilmesi) suretiyle elde tutulması amaçlanmıştır. Selçuklu; İran, Türkmenistan, Azerbaycan, Kuzey Suriye ve Irak bölgeleri ile Anadolu’yu; devamında Osmanlılar ise; Anadolu, Balkanlar bölgesini iskan politikaları uygulayarak Türkleştirilmeye çalışılmıştır. b) Adalet ve Barış: Osmanlı ve Selçuklu devletlerinde medeni, ticari ve kültürel hayatı canlı tutabilmek adına adalet ve barışın sağlanması amaçlanmıştır. Devletin adaletin tesisi ve liyakat ile ayakta kalacağına inanılmıştır. c) Cihan Hakimiyeti ve Cihat: Selçuklu ve Osmanlı Devletleri kendilerini İslam dininin bayraktarı ve koruyucusu saymışlardır. Nitekim bir takım savaşları sadece Halife’yi ve İslam’ı korumak adına veya İslam dinini yaymak adına yapmışlardır. Tabi İslami inanç gereği cihat yapılmış, hem de milli kültür gereği Türk Cihan Hakimiyeti amaçlanmıştır. Ayrıca Türk Milletinin dünyaya hakim olması değişmeyen bir amaç olmuştur. d) Halkın geçinmesinin sağlanması: Devlet doğrudan halka yardım etmesi kısıtlı olsa da Osmanlı kendine has bir ekonomik düzen kurmuş, özelikle Tarım ve Zanaatı teşvik etmiştir. Sürekli fetih yapıldığı zamanlarda, vergi az alınmış ve fütuhat ile askerler fethedilen toprakların sahibi olmuşlardır. Osmanlı’da toprakların sürekli ekilmesi amaçlanmış, toprağı işlemeyenlerin mülkleri müsadere edilmiş, böylece halkı sürekli ihtiyaçlarının temin edilmesi amaçlanmıştır.

d) Devletin değer ve ilkeleri: Osmanlı Devleti ve Selçuklu Devletinden halkın din, dil ve kültürlerine karışılmamış, devlete itaat eden ve vergisini veren herkesin huzurlu biçimde yaşamasına izin verilmiştir. Fethedilen toprakta halkın rızasının kazanılması için adaletin tesis edilmesi ve barışın sağlanması da devletin değer ve ilkeleri arasında yer almıştır. Osmanlı Devletinin kuruluş aşamasında Anadolu ve Balkanlar hem haçlı seferleri hem de Moğol işgaliyle acı dolu günler yaşamış, halk yoğun zulme uğramıştır. Yine Bizans İmparatorluğunun rüşvet ve nepotizme boğulması Anadolu yaşayan Bizans tebaasını öfkelendirmiştir. Dolaysıyla zulmün önlenmesi, adalet ve barışa olan ihtiyacı sağlamayı gaye edinmiş “Adalet mülkün (devletin) temelidir” demeyi kendine şiar edinmiş Osmanlı Devleti diğer Beyliklerin arasından sıyrılmasını ve ön plana çıkmasını sağlamıştır. Osmanlı Devleti, “devleti ebedi müddet” ilkesini benimsemiş, sonsuza kadar ömrünü sürdürecek bir devlet hedeflemiştir. Bu nedenle, devletin oğulları arasında paylaşılması gibi eski Türk devlet geleneklerinden vazgeçmiş, şeriata rağmen kardeş katline fetva vermiş ve Enderun gibi eğitim kurumları açarak devlet yönetiminde liyakati öncelemiş, adaletin tesisi ve hukuk güvenliğine önem verilmiştir. Osmanlı Devleti sosyal bir devlet değildir, ancak halkı ve saray erkanı şahsi servetlerini Anadolu ve Rumeli’nin imarı için harcamışlar, devlet tarafından ise daha çok kervansaray, han, yol gibi ticari alt yapı yatırımları yapılmış, yatırım yapılırken de yeni fethedilen yerler öncelenmiştir. Devlet, “adaletin egemen olmadığı bir ülke bayındır olamaz” ilkesinden hareket etmiş, hukukun üstünlüğüne önem vermiştir[8]. Osmanlı padişahları, şerri hükümlere kendilerini bağlı kabul etmiştir. Padişahlar ayrıca kanunnameler yayımlanarak, günlük hayatı düzenlemişlerdir.

V. Türkiye Cumhuriyeti Devletinde Türk Devlet Felsefesi:

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunun 100. yılını bu sene kutlayacağız. Ülkenin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün hedef olarak koyduğu “muasır medeniyetinde üstüne çıkan bir ülke” olabilmek ülkemiz için bir Kızılelma( ana hedef) olmuştur. Peki bu hedeflere ulaşılabildi mi? Devleti yönetenlerin, bürokratların devlet kavramına bakışı ne durumda? Şimdi bu soruları cevaplamaya çalışalım, isterseniz.

a) Devletin varlık nedeni: 1982 Anayasasına incelediğimizde Türk Devletinin varlık ve bağımsızlığını, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünü, toplumun huzurunu, genel ahlakı ve Anayasanın ikinci maddesinde belirtilen Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti ilkelerini koruması amaçlandığı, anlaşılmaktadır[9]. Daha ilk aşamada Devletin varlık nedeni bizzat kendisini korumak olduğu, sonrasında devletin bağımsızlığını ve vatan ile milletin bölünmez bütünlüğünü korumak daha sonra ise toplumun huzuru ve ahlakının korunması amaçlanmıştır. Anayasanın askerler tarafından hazırlandığı metnin içindeki hiyerarşi ile devletten korunmasından halkın refahına doğru bir çizgi içinde olduğu anlaşılmaktadır.  Bu bakış açısına göre halkın güvenliğinden önce devletin güvenliği ve egemenliği gelmektedir. “İl gider Töre kalır” anlayışından “devleti ebedi müddet” anlayışını da aşan katı bir devletçi bakış açısına doğru evrildiğimiz ortadadır. Anayasayı hazırlayanlarda katı bir devlet güvenliği felsefenin benimsenmesinde, 60 yıl evvel kaybedilmiş imparatorluğun ardından büyük mücadeleler ile imparatorluktan kalan topraklarda kurulan ve bir daha kaybedilmesinden korkulan genç Türk Devleti ve Anayasanın hazırlanması öncesi yaşanan iç savaştan kaynaklandığını düşünmekteyim.

Sosyal Devlet ve halka hizmet konusunda ise devlet, imkanları ölçüsünde (kendi varlığını korumaktan sıra gelirse) halka hizmet götürmek, fakir ve çaresiz insanlara sağlık ve eğitim faaliyetleri vermeyi kendine ödev edinmiştir. Genç Cumhuriyetin, diğer devletlerimiz kıyasla sosyal devlet anlayışı açısından Osmanlı İmparatorluğunun ilerisinde, Göktürk Devletinin gerisinde kaldığını düşünüyorum. Ülkemiz adaletin tesisi ve liyakatli yönetim açısından ise hiçbir dönemde olmadığı kadar gerilemiştir. Osmanlı Devleti ve Göktürk Devletleri kendi çağlarına kıyasla adalet ve liyakat açısından Türkiye Devletinin çok daha ilerisinde olduğunu düşünüyorum. İleri uluslarda, devletin varlık nedeni olarak milletini bir refah toplumu yapmak, ülkesinde adalet, barış, huzur ve mutluluğu sağlamak, devletin ve milletin güvenliğini tesis etmektir. Ancak Türk Devleti güvenlik ve refah dengesini, refah aleyhine bozmuş, modern demokratik devletlerin çok uzağında bulunmaktadır. Nitekim artık soyut kavramların ölçümlemesi yapılabilmektedir. Dünya adalet, demokrasi, eğitim gibi alanlarda OECD ülkeleri ortalamalarının altında olduğumuz, mutluluk endekslerinde son sıralara gerilediğimiz yapılan araştırmalarda ortaya çıkmaktadır. Artık devletimizi yönetenlerin veya yönetmeye talip olanların insana yatırım yapmasının ve adalet, demokrasi, eğitim, sağlık gibi alanların geliştirilmesini öncelemesi gerekmektedir. Güvenlik ve özgürlük talepleri dengelenmeli, insanlarımız vatanlarında mutlu yaşamalıdırlar.

b) Devlet yönetim biçimi: Türkiye Devleti monarşiyi kaldırarak Cumhuriyet sistemini getirilmiş ve Osmanlı Hanedanı ülkeden sürülmüştür, 1950 yıllarda ilk tarafsız seçimler yapılmış ve ülkede iktidar değişmiştir. 1960 Darbesi sonrası Anayasa ile birlikte demokratik sistemin temel taşları atılmış, tam manasıyla parlamenter sistem benimsenmiş, Anayasa Mahkemesi kurulmuş, güçler ayrılığı prensibi fonksiyonel hale gelmiştir. 1960 ile 1980 arasında yaşanan kaotik ortamda parlamenter sistemle yönetilen devlet, 1980 darbesi ile daha güçlü ve istikrarlı bir yürütme kurmak isteyen Askeri Yönetim tarafından sekteye uğratılmıştır. 1982 Anayasası ile sistem üzerinde Cumhurbaşkanı lehine yürütmeyi frenleme imkanı veren, askeri bir vesayet sistemi kurulmuştur. 2017 yılına kadar bozuk bir parlamenter sistemle yönetilen Türkiye Cumhuriyeti bu tarihten sonra daha otokrat ve kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıran bir sisteme geçiş yapmıştır. Hala bu sistemle yönetilen Türkiye’nin daha demokratik ve kuvvetler ayrılığının olduğu bir sistemi benimsemesi güvenlik – özgürlük dengesinin tekrar sağlanmasını ve halkın mutluluğu için elzemdir.

c) Devletin hedefleri: Yukarıda da değinildiği üzere devletin hedefi kurucu liderimiz tarafından, “çağdaş muasır medeniyetler seviyesine çıkmak” olarak açıklanmıştır. 1982 Anayasasının 5. Maddesinde, “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” şeklinde açıklanmıştır[10]. Kitabi tanımlamaları geçersek, ülkenin ekonomik ve sosyal olarak gelişmiş, bir refah toplumu ve güçlü bir devlet olması genel olarak siyasiler tarafından vaat edilmektedir. Kimileri 2023 hedefleri koymakta, kimileri biz gelirsek Türkiye’yi bir üst lige çıkartacağız gibi sözler etmektedirler.

Siyasi söylemlerden anlaşıldığı kadarıyla ülkenin genel hedefi ekonomik ve sosyal olarak büyümek ve dış politikada söz sahibi olmaktır. Öncelikle devletinin güçlü olmasını talep eden Türk Milleti açısından “Güçlü Devlet” hususunda bir amaç birliği oluşmuş gözükmektedir. Devletimiz, bölgesel güç olmayı hedeflemekte buna uygun olarak askeri ve dış politika geliştirmekte, savunma sanayinde kayda değer gelişmeler yaşanmaktadır. Muhtemelen bu hedefe ulaşılacak, Türkiye bölgesel bir süper güç olacak, dediği yapılan imparatorluk bakiyesine sahip çıkan güçlü ülkelerden biri olacaktır.

Türkiye Devletini sosyal ve refah devleti olma açısından değerlendirmeye aldığımızda ise sınıfta kalmaktayız. Dünya ülkelerinin ekonomik büyüklüklerini sıralayan listelerde Türkiye 2022 yılında 17. sıradan 22. sıraya gerilemiştir. Yine kişi başı gelirde Türkiye Dünyanın 78. ülkesi ve Dünya ekonomisinde aldığı pay olarak 1980 yılının altına düşerek %0,84 ile ciddi bir gerileme göstermiştir[11]. Son birkaç yıldır ekonomik ve sosyal olarak geriye gitmekteyiz. Sosyal olarak incelersek, suç oranları ciddi şekilde artmış, başka ülkelere iltica taleplerinde de ciddi artışlar söz konusudur. Ülkemin insanları mutsuz ve umutsuzdur. Adalet ve liyakatsizlikten ciddi şikayetler bulunmaktadır. Bu durumda, Dünya üzerinde güçlü bir devlete sahibiz ancak bunun milletimizin yaşam ve refahına faydasının olmadığı gibi bir sonuç üretmektedir. Bence bu durum Türkiye Devleti için kabul edilebilir bir durum değildir, halkını iyi yaşatmak devletimizin Anayasal ödevidir. Yönetim sisteminin değişmesi denge denetlemeyi tamamen ortadan kaldırdığından, yeni sistem ülkemize iyi gelmemiştir. Umarım ülkemiz bundan sonraki süreçte iyiye doğru gider ve refaha ilişkin hedeflerine de ulaşır.

d) Devletin değer ve nitelikleri: 1982 Anayasasının 2.maddesinde, “…Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” şeklinde belirtilmiştir. Aslında birkaç yeni kavram haricinde, Türk Devleti Osmanlı’dan aldığı değer ve ilkeleri sürdürmektedir. Eskiden bu yana var olan adalet, sosyal devlet, barış ve huzur, milli dayanışma, gibi ilkeler toplumun geneli tarafından kabul görmüş olmakla birlikte, demokrasi ve cumhuriyet gibi Osmanlı Devletinin son dönemlerinde tartışılmaya başlayan görece bir alt yapısı olan fikirlerde toplumun ekseriyeti tarafından kabul edilmiştir. Ancak; Atatürk Milliyetçiliği ve laiklik ilkeleri açısından ise toplumda mensup olduğun ideolojik kampa göre kabul durumu değişmektedir. Atatürk Milliyetçiliği ve laiklik, devletin bir dönemin egemen ideolojisinin Anayasaya yansıtılmış halidir. Bu nedenle, toplumun belli bir kesimi bu kavramları benimsememiştir. Devlet yöneticileri de en azından bugünlerde bu ilkelerden bir kısmını önemserken bir kısmını görmezden gelmektedirler. İnsan Hakları, Adalet ve Demokrasi kavramları ise daha evrensel ilkelerdir. Bu hususlarda, toplumun ekseriyeti tarafından önemsenmekte ve talep edilmektedir. Ancak devlet yöneticileri ve bürokratlar bu kavramları çoğu zaman görmezden gelmektedirler. Merkeziyetçi bir yaklaşım içinde olan yönetici ve idarecilerimiz (özellikle güvenlik bürokrasisi) kendisinin sınırlanmasının devletin güvenliğini tehlikeye düşürebileceğini düşünmektedir. Hukuk ve Adalet herkesin muhalefetteyken talep ettiği, ancak iktidara gelince unuttuğu kavramlardır. Dünya adalet ligi verilerine göre özgür olmayan ve adaletin olmadığı ülkelerden biriyiz. Umarım bir gün güvenlikçi devlet anlayışı kadar, hukuk devleti olmayı da amaç edinen bir devlet felsefesini benimseriz.

VI. Sonuç :

M.Ö. 220 yılında kurulan Büyük Hun İmparatorluğundan bu yana var olan Türk devletleri zaman zaman kesintilere uğrasa da 2023 yılına kadar, 2243 yıllık bir devlet geleneğine sahiptir. Bu devlet geleneği, kadim Türk halkının adeta genetiğine işlemiş ve değişmeyen bir takım ilke, değer ve hedefleri benimsemesine sebebiyet vermiştir. Bu yanında, günün koşulları, halkın talep ve yaşam tarzına uygun olarak bir takım yeni ilke, değer ve hedeflerde oluşturmuştur. Yaşanılan coğrafya, benimsenen din ve yaşam tarzındaki değişiklikler beraberinde bir takım sosyolojik değişiklikler getirmiştir. Değişen yaşam şartları, halkın devletten beklentilerini değiştirmiş ve geliştirmiştir. Bozkır kültürü ve devleti ile klasik dönemdeki devlet ve modern dönemdeki devletler birbirinden farklı olduğu gibi devlet felsefeleri de birbirlerinden farklıdır.

Göktürk, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti esas alınarak yapılan bu incelemede değişen ve değişmeyen ilke, değer ve hedefler ise şunlardır; Devletin varlık nedeni açısından incelememizi yaparsak, halkın güvenliğinin sağlanması geçmişten bugüne devletin varlık nedenleri arasında ilk sıradadır. Yine kadimden bu yana her Türk devleti halkına hizmeti önemsemiştir. Göktürkler için halka hizmet ve sosyal devlet önemli olduğunu Orhun Abidelerinden anlamaktayız, Anadolu Selçuklu Devleti ve ilk dönem beylikler zamanında Anadolu ve yaşayan halka çok büyük hizmetler yapıldığı ve Anadolu şehirleri ve mimarisinin müthiş bir atılım yaptığı dönem olmuştur. Osmanlı Devleti döneminde sosyal devlet ve halka hizmet nispeten gerilemiş olsa da bu eksiklik vakıf kültürü ile doldurulmuştur, saray erkanı başta olmak üzere halk bir çok aşevi, medrese ve başkaca hayır ve imar faaliyetlerinde bulunmuştur. Türkiye Cumhuriyeti ise çağın getirdiği anlayışında etkisiyle sosyal devletin ve halka hizmetin modern anlamda ciddi düzeyde yüksek olduğu bir devlet yapılanmasıdır.

Devletin yönetim biçimi İslam öncesi, konar/göçer yaşam tarzında boylardan müteşekkil gevşek bir federasyonken, İslam sonrası ve yerleşik hayata geçildikten sonra merkeziyetçi ve mutlakiyete dayanan bir yönetim haline gelmiştir. Modern dönem olan günümüzde ise Demokratik bir Cumhuriyette yaşamakla birlikte, geçmişin otoriter devlet baba anlayışı baskın gelerek, sistem daha otokrat hale getirilmiştir.

Devletin hedefleri; bozkır kültüründe, klasik dönemlerde ve modern dönem fark etmeksizin devlet için güçlü ve çevreye hakim olmak her zaman önemli olmuştur. Asker bir Millet olan Türkler, Türk Cihan Hakimiyetini 14. ve 17. Yüzyıl aralığında birden fazla devlet farklı coğrafyalarda (Hindistan, İran, Arap Yarımadası, Kuzey Afrika, Avrupa’nın doğu ve güneyi, Kafkasya, Çin, Mısır, Anadolu, Orta Asya vb.) sağlamayı başarmışlar, Cihana hakim olmuşlardır. Bu tarih aralığı Türk Milleti ve kurduğu devletlerin altın çağı olarak nitelendirilmektedir. Günümüz Cumhuriyeti de bölgesinde önemli bir güç olup, her geçen gün askeri ve siyasi gücünü artırmaktadır. Devletimizin bir diğer hedefi de halkın ekonomik ve sosyal olarak gelişmesini sağlamaktır. Bu hedef, devlet güç prodüksiyonunun arkasında gelmekte ve ikinci planda kalmış gözükmektedir.  Buna rağmen iletişim döneminde ve globalleşen dünyada toplumuzun beklentisi yöneticilerinden toplumsal refah sağlanması olmuş, bu durumun asgari olarak sağlanamadığı zamanlarda geçmişten günümüze devlet millet zıtlaşmasına sebebiyet vermiştir. Bozkır ve klasik dönemlerde fethe dayalı bir devlet sistemi kurulduğundan, devletin gücü ile refah doğrudan alakalı olup, nispeten devletin güçlü olduğu devirlerde halkın ekonomik durumu da iyi olagelmiştir. Modern dönemlerde ise, siyasi, askeri, ekonomik ve sosyal gelişmişliğin kriterleri tamamen değişmiş olup, güvenlikçi politikalarda başarılı olmakla birlikte refah devleti olmanın çok uzağındayız. Refah toplumu olma yolunda başarılı bir sınav verdiğimiz söylenemez. Ancak demokrasi, hukuk, eğitim ve diğer sosyal alanlarda önemli atılımları, devletimizin gelecek yüzyılında yapmak zorundayız. Aksi halde, refah üretemeyen ve mutsuz bir toplum ve verimsiz bir devlete dönüşürüz.

Türkiye gibi bir coğrafyada yaşayan ve birden fazla milli güvenlik sorunu yaşayan bir devletin sert güvenlikçi bir anlayışı benimsemesini normal karşılamakla birlikte, günümüzde özgürlük ve güvenlik dengesini sağlamadan, “insanı yaşat ki devlet yaşasın” şiarını benimsemeden ayakta kalabilmek mümkün değildir. Modern İnsan, refah toplumlarına göç etmeyi amaçlamakta ve sistemini iyi kurabilen ülkeler yetişmiş insan gücünü kendilerine çekerek kendi halkına hem daha fazla refah hem de daha fazla güvenlik sunar hale gelmektedirler. Bugün Avrupa ülkeleri ve ABD gibi devletler hem sağladıkları güvenlik hem de refah ve özgürlük ile üstün yetenekli insanları kendilerine çekmekte onlara imkan ve fırsat sunmaktadırlar. Türk Devleti de, “ hukuk, demokrasi, eğitim, sağlık, sosyal ve siyasi katılım ve eşitlik” gibi ilkeleri benimsemeli buna uygun davranmayı ve kurallar ve kurumlar devleti olmayı başarabilmelidir. Bu yüzyılda bu ilkeleri hayata geçirebilen millet ve devletleri ayakta kalabileceklerdir. Sadece güvenlikçi bir felsefeyle devletimiz amaçlanan yere varamayacak, devlet topluma refah ve özgürlük sağladığı ölçüde gücü yakalayabilecektir. Ben ülkemizde bu anlayışın yavaş yavaş filizlendiğini ve zamanla bu bahsedilenlerin toplumsal bir beklentiye dönüştüğünü gözlemlemekteyim, halkımızın değişen sosyolojik beklentileri ile Devletimizi hakim olan anlayışı dönüştüreceğine inanıyorum. Bu nedenle, sonraki yüzyılda, hukuk, demokrasi, ekonomi ve kişisel refah ve mutluluk, eğitim gibi alanlarda, arge ve üniversite sıralamalarında OECD ülkelerinin üst sıralarını hedeflemeli ve yöneticilerimiz için başarı kriterleri kendi geçmişimizle kıyas değil; gelişmiş devlet ve toplumlara kıyas etmek, olmalıdır. Olacaktır da bu yüzden gelecekten UMUTLUYUZ!

KAYNAKÇA :

1-      Mehmet Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, Ötüken Yayınları, İstanbul (2017)

2-      Dr. Taner Tatar, Türk Yönetim Sistemi, Turan Yayıncılık, İstanbul (1997)

3-      https://www.eokultv.com/ilk-turk-devletlerinde-devlet-yonetimi/4026?ysclid=lgh4kuby8e916524454 (14.04.2023, saat : 14.00)

4-      https://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl%C4%B1_padi%C5%9Fahlar%C4%B1_listesi (13.04.2023, s:14.28)

5-      İbni Haldun, Mukaddime 3. Bölüm Çevirisi (Devlet), İlke Yayıncılık, İstanbul (2015)

6-      https://mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=2709&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5 (14.04.2023, saat: 13.51)

7-      https://tr.euronews.com/2022/09/06/turkiyede-kisi-basina-dusen-milli-gelir-kac-dolar-yillar-icinde-nasil-degisti (14.04.2023, saat: 14.19)

------------------

[1] Mehmet Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, Ötüken Yayınları, İstanbul (2017)

[2] Mehmet Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, Ötüken Yayınları, İstanbul (2017)

[3] Dr. Taner Tatar, Türk Yönetim Sistemi, Turan Yayıncılık, İstanbul (1997)

[4] Dr. Taner Tatar, Türk Yönetim Sistemi, Turan Yayıncılık, İstanbul (1997)

[5] https://www.eokultv.com/ilk-turk-devletlerinde-devlet-yonetimi/4026?ysclid=lgh4kuby8e916524454 (14.04.2023, saat : 14.00)

[6] https://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl%C4%B1_padi%C5%9Fahlar%C4%B1_listesi (13.04.2023, s:14.28)

[7] Dr. Taner Tatar, Türk Yönetim Sistemi, Turan Yayıncılık, İstanbul (1997)

[8] İbni Haldun, Mukaddime 3. Bölüm Çevirisi (Devlet), İlke Yayıncılık, İstanbul (2015)

[9] https://mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=2709&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5 (13.04.2023, saat : 19.07)

[10] https://mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=2709&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5 (14.04.2023, saat: 13.51)

[11] https://tr.euronews.com/2022/09/06/turkiyede-kisi-basina-dusen-milli-gelir-kac-dolar-yillar-icinde-nasil-degisti (14.04.2023, saat: 14.19)