A-GİRİŞ

Savunma diline giriş yapmadan önce hukuk devleti, adil yargılanma hakkı ve savunma hakkı kavramlarına değinmekte yarar vardır.

1-) HUKUK DEVLETİ

1982 Anayasasının 2. Maddesine göre; Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmektedir. Hukuk devleti kavramından hukuki güven ortamı, devletin hukuka uyması, bunun için de karar ve işlemlerin yargı denetimine bağlı olması anlaşılır. Hukuk devleti ve demokratik devlet ilkeleri, birbirlerini tamamlayan ikizlerdir. Hukuk devletinin yapıcı unsurları şöyle sıralanabilir;

-      Devletin hukuka ve demokratik bir anayasaya uygunluğunu sağlayan ilke ve kurallar,

-      Bu uygunluğu pekiştirecek yargı denetimi,

-      Bu mekanizmanın etkin işleyişi için gerekli olan yargı bağımsızlığı,

-      Adil yargılanma ilkesinin gerektirdiği güvenceler.[1]

2-) ADİL YARGILANMA HAKKI

Adil yargılanma hakkı gerek 1982 Anayasasında gerekse de AİHS’ de düzenlenmiştir. Adil yargılanma ilkesi hukuk devletinin kişileri en çok ilgilendiren ve koruyan ilkelerinden biridir. Konumuzla yakın ilişkisi olmasından ötürü adil yargılanma ilkesine özetle değinmekte yarar vardır.

1982 Anayasasının 36. Maddesinin birinci fıkrasına göre; Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir, şeklinde düzenlemeye yer vermiştir. Aynı şekilde Anayasasının 37. Maddesine göre; Hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. 2. Fıkrasında ise; Bir kimseyi kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.

Adil yargılanma hakkı ile ilgili diğer bir madde ise Anayasanın 38. Maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu maddeye göre de; Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.

Suç ve ceza zamanaşımı ile ceza mahkûmiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır.

Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.

Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.

Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.

Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.

Ceza sorumluluğu şahsîdir.

Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz.

 Ölüm cezası ve genel müsadere cezası verilemez.

İdare, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz. Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla istisnalar getirilebilir.

Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye verilemez.

Söz konusu önemli bir madde olan 38. Madde de kısacası; Suç, ceza ve yargılama hukukları bakımından da, hukuk devleti ve güvenliği ilkelerini gerçekleştirecek düzenlemeler öngörülmüştür. Suçların ve cezaların kanuniliği, suçsuzluk karinesi, ceza sorumluluğun şahsiliği, genel müsadere yasağı, kişi özgürlüğünün idari müeyyidelerle kısıtlanamaması, Uluslararası Ceza Divanın yetkileri saklı kalmak üzere, vatandaşların suç sebebiyle yabancı ülkeye verilmemesi gibi önemli hususlar düzenlenmiştir.

Adil yargılanmaya ilişkin Anayasamızda yer alan diğer maddeler ise, Anayasa madde 138’de yer alan mahkemelerin bağımsızlığı, 139 ve 140. Maddeler de yer alan hakim ve savcı teminatı ve mesleği ile 141. Madde de yer alan duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması.

AİHS madde 6, adil yargılanma hakkına değinilmiştir.
Söz konusu maddeye göre; Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.

AİHS madde 6’da adil yargılanma hakkı ile ilgili belli başlı hak ve güvencelere yer verilmiştir. Bunlar;

-      Bir yargı yerine başvurma hakkı,

-      Davanın hakkaniyete uygun dinlenmesini isteme hakkı,

-      Duruşmanın halka açıklığı

-      Makul sürede yargılanma hakkı,

-      Tarafsız ve bağımsız bir mahkeme önünde yargılanma hakkı,


3-) SAVUNMA HAKKI

Yukarıda adil yargılanma hakkı ve ilkelerine değinmiştik. Söz konusu savunma hakkı da, adil yargılanma açısından varlığı zorunlu ve olmazsa olmaz koşullardandır. Ceza yargılaması açısında savunma önem taşımaktadır. Ceza yargılaması açısında sanığın en önemli hakkı diyebiliriz. Yukarıda değinildiği gibi Anayasa madde 36 herkesin meşru bütün araç ve yollardan yararlanmak suretiyle savunma hakkından faydalanabileceği belirtilmiştir.

AİHS Madde 6/3 a, b ve e’ye göre; Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;

b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;

e) Mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanmak.

Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi madde 14/3 a, b ve f’ ye göre; Herkes, itham edildiği suçla ilgili olarak, tam bir eşitlik içinde, aşağıdaki asgari garantilere sahip olacaktır:

(a) Kendisine, en kısa zamanda ve anlayacağı bir dilde, aleyhindeki iddianın niteliği ve nedenleri hakkında ayrıntılı bilgi verilmesi;

(b) Savunmasını hazırlayabilmek ve kendi seçtiği avukatla temas edebilmek için yeterli zaman ve kolaylıkların tanınması;

(f) Mahkemede kullanılan dili anlamıyor veya konuşamıyorsa bir tercümanın parasız yardımının sağlanması, şeklinde düzenlenmiştir.

Avrupa bölgesel ve azınlık dilleri şartı sözleşmesi Yargı Kurumları başlıklı madde 9 da;

Taraflar, bölgesel veya azınlık dili kullanan vatandaşların sayısının aşağıda belirtilen önlemleri almayı mazur gösterdiği yargı bölgelerinde her bir dilin durumuna göre ve bu paragraf yargıcın yargıyı uygun şekilde yürütmesini engelleyeceği şeklinde düşünmemesi koşuluyla şunları taahhüt ederler:

a. ceza davalarında:
i. mahkemelerin, taraflardan birinin isteği üzerine davayı bölgesel veya azınlık dillerde yürütmelerini sağlamak; ve/veya
ii. sanığa kendi bölgesel veya azınlık dilini kullanma hakkı güvencesi verilmesini; ve/veya
iii. yazılı veya sözlü talep ve kanıtların, sadece ve sadece bir bölgesel veya azınlık dilde ifade edildikleri için kabul edilmemelerini engellemek; ve/veya
iv. talep edildiğinde yasal işlemlerle ilgili belgeleri ilgili bölgesel veya azınlık dilde çıkarmak; gerektiğinde ilgili kişiler için ek bir ödeme yapmayı gerektirmemek kaydıyla çevirmenler ve çeviri metinler kullanmak

b. hukuk davalarında:
i. mahkemelerin, taraflardan birinin isteği üzerine davayı bölgesel veya azınlık dillerde yürütmelerini sağlamak; ve/veya
ii. mahkemeye bir şahit çıkarılacağı zaman, ek bir ödeme yapmasına gerek kalmadan kendi bölgesel veya azınlık dilini kullanabilmesine izin vermek; ve/veya
iii. talep edildiğinde yasal işlemlerle ilgili belgeleri ilgili bölgesel veya azınlık dillerde çıkarmak, gerekirse çevirmenler veya çeviri metinler kullanmak;

c. Yargı öncesi davalarla ilgili idari konularda:
i. mahkemelerin, taraflardan birinin isteği üzerine davayı bölgesel veya azınlık dillerde yürütmelerini sağlamak; ve/veya
ii. mahkemeye bir şahit çıkarılacağı zaman, ek bir ödeme yapmasına gerek kalmadan kendi bölgesel veya azınlık dilini kullanabilmesine izin vermek; ve/veya
iii. talep edildiğinde yasal işlemlerle ilgili belgeleri ilgili bölgesel veya azınlık dillerde çıkarmak, gerekirse çevirmenler veya çeviri metinler kullanmak;

d. yukarıdaki b ve c paragraflarının i ve iii alt paragraflarının uygulanmasını ve çevirmen ya da çeviri metin kullanılmasının ilgili kişiye ek ödeme getirmemesini kesinleştirecek adımlar atmak.

Aynı şekilde Lozan Antlaşmasının 39.maddesinin son fıkrasına göre;  Devletin resmi dili bulunmasına rağmen, Türkçeden başka bir dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır, hükmüne yer verilmiştir.

Ceza Muhakemesi Kanunu tercüman bulundurulacak hâller başlıklı 202.maddesinin değişiklikten önceki ilk haline göre; Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.

Engelli olan sanığa veya mağdura, duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar, anlayabilecekleri biçimde anlatılır.

Bu madde hükümleri, soruşturma evresinde dinlenen şüpheli, mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanır. Bu evrede tercüman, hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından atanır.

Ceza Muhakemesi Kanunu tercüman bulundurulacak hâller başlıklı 202.maddesine göre de;

(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.

(2) Engelli olan sanığa veya mağdura, duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar, anlayabilecekleri biçimde anlatılır.

(3) Birinci ve ikinci fıkra hükümleri, soruşturma evresinde dinlenen şüpheli, mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanır. Bu evrede tercüman, hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından atanır.(

(4) (Ek: 24/1/2013-6411/ 1 md.) Ayrıca sanık;

a) İddianamenin okunması,

b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi,  üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. Bu durumda tercüme hizmetleri, beşinci fıkra uyarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği tercüman tarafından yerine getirilir. Bu tercümanın giderleri Devlet Hazinesince karşılanmaz. Bu imkân, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamaz.

(5) (Ek: 24/1/2013-6411/ 1 md.) Tercümanlar, il adlî yargı adalet komisyonlarınca her yıl düzenlenen listede yer alan kişiler arasından seçilirler. Cumhuriyet savcıları ve hâkimler yalnız bulundukları il bakımından oluşturulmuş listelerden değil, diğer illerde oluşturulmuş listelerden de tercüman seçebilirler. Bu listelerin düzenlenmesine ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.

 
Ceza yargılamasında savunma dili Türkçe’dir. Kendisine yönelik bir suç isnadının karara bağlanmasında herkes, eğer mahkemede kullanılan dili anlayamıyor veya konuşamıyorsa, bir tercümanın yardımına sahip olma hakkına sahiptir.[2]

Sanık kendisine yönelik suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda anladığı dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilme hakkına sahiptir.[3]

Tercümandan yararlanma hakkı, yargılamada kullanılan dili anlamama veya konuşamama nedeniyle yargılama eşitliğini sağlamaya dönük bir koşul olup bunun dışındaki bir amaca hizmet etmez. Bu doğrultuda örneğin yargılama dilini anlayıp, konuşabilen bir kimsenin, ana dilinin duruşmadaki dil olmadığı gerekçesiyle ücretsiz tercümandan yararlanma hakkına sahip olması mümkün değildir.[4] Ancak söz konusu bu hüküm 24.01.2013 tarihinde değiştirilmiştir. CMK madde 202/4’ e göre; sanık veya şüpheli, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde savunmasını yapabilir ve tercümanı da kendisi seçecek ancak tercüman parası Devlet hazinesinden ödenmeyecektir.

CMK’nın 202. maddesinde, sanık veya mağdurun meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa, mahkeme tarafından atanan tercüman eşliğinde konuşabileceği belirtiliyor. Ancak anadilde savunma için sınırlamaların olduğu söyleyebiliriz. Buna göre, meramını Türkçe anlatabilen ancak anadilinin farklı olduğunu beyan edenler duruşmalar boyunca anadilini kullanamayacak. Sadece iddianamenin okunması ve esas hakkındaki mütaalanın verilmesi aşamalarından sonraki savunmayı anadilinde yapabilecek. Bunun için de seçeceği kendi tercümanını duruşma salonuna getirmek zorunda olacak. Sanıklar, kimlik tespiti, ara talepler, sorulara yanıt verdikleri aşamalarda  anadillerini kullanamayacak.

 
KONU İLE İLGİLİ AİHM KARARLARI:

ZANA / TÜRKİYE DAVASI, 25 KASIM 1997


Başvurucu, Diyarbakır Askeri Cezaevinde mahkum olarak bulunurken Ağustos 1987'de gazetecilerle yaptığı bir röportajda, aşağıdaki görüşleri açıklamıştır:

"... PKK'nin ulusal kurtuluş hareketini destekliyorum. Katliamlardan yana değiliz, yanlış şeyler her yerde olur. Kadın ve çocuktan yanlışlıkla öldürüyorlar...." Bu açıklama ulusal günlük gazete Cumhuriyet'te 30 Ağustos 1987'de yayınlanmıştır.

Bunun üzerine, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Aydın E Tipi Cezaevine nakledilen başvurucu için, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinin istinabe ettiği Aydın Ceza Mahkemesinde yapılan 20 Haziran 1990 tarihindeki duruşmada başvurucu Türkçe konuşmayı reddetmiş ve Kürtçe olarak savunmasını anadilinde yapmak istediğini söylemiştir.

Ceza Mahkemesi, kendini savunmayı reddetmekte ısrar etmesi durumunda bu hakkından vazgeçmiş sayılacağını başvurucuya ihtar etmiştir. Bay Zana Kürtçe konuşmaya devam ettiğinden mahkeme, başvurucunun savunma yapmadığını duruşma tutanağına geçirmiştir.

Bay Zana Komisyona 30 Eylül 1991'de başvurmuştur. Bay Zana, Sözleşmenin 6/1. ve 3., 9 ve 10. maddelerine dayanarak; ceza yargılamasının uzunluğundan, kendisini mahkum eden mahkeme önüne çıkarılmadığı ve anadilinde (Kürtçe) savunma yapamadığı için adil yargılanma hakkının ihlâl edildiğinden ve düşünce ve ifade özgürlüğüne müdahale edildiğinden şikâyetçi olmuştur.

Komisyon'un 10 Nisan 1996 tarihli raporunda (madde 31) aşağıdaki görüşler yer almaktadır:

(a) Sözleşmenin 10. maddesi İhlâl edilmemiştir (on dörde karşı, başkanın çoğunluğu belirleyici oyuyla on dört oyla);

(b) başvurucunun yargılamada bulunmaması nedeniyle Sözleşmenin 6. maddesinin l ve 3 (c) fikralan ihlâl edilmiştir (oybirliğiyle);

(c) dava makul bir sürede sonuçlandırılmadığı için Sözleşmenin 6/1. maddesi ihlâl edilmiştir (beşe karşı yirmi üç oyla)

Konumuzla ilgili olduğu için sözleşmenin 6. Maddesine detaylı bakıldığı zaman;

SÖZLEŞMENİN 6. MADDESiNiN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Bay Zana Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesindeki duruşmaya katılamaması nedeniyle adil yargılama ilkesinin çiğnendiğinden ve ayrıca hakkındaki ceza yargılamasının uzunluğundan şikâyetçi olmuştur. Sözleşmenin 6. maddesinin 1. ve 3. fıkralarına dayanmaktadır. Buna göre:

"1. Herkes, ... hakkındaki bir suçlamanın karara bağlanmasında, ... [bir] yargı yeri tarafından... adil... yargılanma hakkına sahiptir.

3. Cezai bir fiille (suçla) itham edilen herkes, en azından şu haklara sahiptir: (c) kendini bizzat savunma..."

Şikayetlerin Esası

1.Sözleşmenin 6. maddesinin 1. ve 3 (c), fıkraları (Adil Yargılanma)

Bay Zana Devlet Güvenlik Mahkemesindeki duruşmada bulunmamasının kendini etkin bir biçimde savunmasını engellediğini ileri sürmüştür. Duruşmalara katılabilseydi, gazetecilere yaptığı açıklamadan kastının ne olduğunu yargıçlara açıklayabilecekti.

Bu nedenle Komisyon gibi Divan da, Sözleşmenin benimsediği anlamıyla adil yargılanma hakkının demokratik bir toplumda tuttuğu önemli yer göz önüne alındığında, savunma hakkına yapılan böyle bir müdahalenin haklı sayılamayacağını kabul eder.

Sonuç olarak 6. maddenin 1. ve 3 (c), fıkralan ihlâl edilmiştir.

BU NEDENLERLE DiVAN,

-Sekize karşı on iki oyla, Sözleşmenin 10. maddesinin ihlâl edilmediğine,

-Üçe karşı on yedi oyla, başvurucunun yargılamada bulunmaması nedeniyle Sözleşmenin 6. maddesinin l ve 3 (c) fikralarının ihlâl edildiğine,

-Bire karşı on dokuz oyla, ceza yargılamasının uzunluğu nedeniyle Sözleşmenin 6. maddesinin 1. fikrasının ihlâl edildiğine,

- Oybirliğiyle, geriye kalan taleplerin hakkaniyet gereği reddine karar vermiştir.
 

JUHNKE / TÜRKİYE DAVASI

13 MAYIS 2008, DÖRDÜNCÜ DAİRE


Almanya vatandaşı Eva Tatjana Ursula Juhnke’nin (başvuran), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, 16 Ağustos 1999 tarihinde Temel İnsan Hakları ve Özgürlüklerini güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (“AİHS”) 34. Maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.

Başvuran 1965 doğumludur ve Almanya’da ikamet etmektedir.

A. Başvuranın yakalanması ve tutuklanması

Başvuran, 5 veya 6 Ekim 1997 tarihinde, Kuzey Irak’taki Avaşin Nehri yakınlarında Türk Ordusu tarafından gerçekleşen sınır ötesi operasyon sırasında Türk askerleri tarafından yakalandığını iddia etmektedir.

Yakalama tutanağına göre, başvuran, 15 Ekim 1997 tarihinde Hakkari-Şemdinli’nin Ayranlı ve Meşelik bölgeleri arasındaki bir mağarada yakalanmıştır. Ayrıca, dava dosyasındaki resmi belgelerde, başvuranın silahsız olduğu ve içinde bir ilk yardım kutusu ve yasadışı silahlı bir örgüt olan PKK’ya ait fotoğraf ve belgeler bulunan bir sırt çantası taşıdığı belirtilmektedir.

Aynı gün, başvuran, bir tercüman eşliğinde iki jandarma tarafından sorgulanmıştır. Başvuran, kendi ifadelerinin yer aldığı iddia edilen belgeleri imzalamayı reddetmiştir.

Başvuran, aynı gün, A.Y. adlı kadın doğum uzmanı tarafından muayene edilmiş ve vücudunda hiçbir kötü muamele izine rastlanmamıştır. Bu doktor, aynı zamanda jinekolojik muayene yapmıştır. Doktorun hazırladığı raporda, başvuranın agresif olduğu ve hafif depresyon işaretleri gösterdiği belirtilmiştir. Raporda başvuranın bakire olup olmadığı belirtilmiştir.

Başvuran, daha sonra Van Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde hakim önüne çıkartılmış ve bir tercüman yardımıyla ifade vermiştir. Başvuran, bazı sorulara cevap vermeyi reddetmiş ve yirmi iki gün önce Avaşin’de yakalandığını ifade etmiştir. Başvuran, gözaltındayken vermiş olduğu ifadelerin jandarmalar tarafından yazılan karmaşık ifadeler olduğunu ileri sürerek bu sözleri geri almıştır. Mahkeme, başvuranın tutuklu yargılanmasına karar vermiştir.

28 Ekim 1997 tarihinde, Van Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı, başvuranı PKK adlı yasadışı silahlı bir örgüte üye olmakla suçlayan bir iddianame hazırlamıştır.

Başvuranın savunma ifadeleri tercüman tarafından sesli olarak okunmuştur. Bu sırada mahkeme, başvuranın sürekli olarak araya girdiğini ve tercümanın sözlerini doğru tercüme etmediğini belirttiğini kaydetmiştir. Başvuran ile avukatı bir başka tercüman verilmesini talep etmiş ve salonda daha iyi tercüme yapabilecek olan başvuranın yakın arkadaşları olduğunu belirtmişlerdir

Avukat, ayrıca, başvuranın kendi dilinde siyasi savunma yapmak istediğini ifade etmiştir. Başvuran, mahkemenin sorusu üzerine, belirli bir yere kadar Türkçe konuşmayı, okumayı ve yazmayı bildiğini ancak savunmasını anadilinde yapmak istediğini ifade etmiştir. Daha sonra, başvuran savunmasını önce Almanca sonra Türkçe okumuştur. Mahkeme, başvuranın “Yaşasın PKK, yaşasın liderimiz Abdullah Öcalan” diye bağırdığını kaydetmiştir.

I. AİHS’NİN 3. VE 8. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

b) Bu ilkelerin mevcut davaya uygulanması

Özetle, AİHM, başvurana özgür ve bilgilendirilmiş rızası olmadan yapılan jinekolojik muayenenin “kanuna uygun” veya “demokratik toplumda zorunlu” olduğunun kanıtlanmış olmadığını tespit etmiştir. Dolayısıyla, başvuranın AİHS’nin 8. maddesi ile koruma altına alınan hakları ihlal edilmiştir.

III. AİHS’NİN 6. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran kendisini yargılayan ve mahkum eden Van Devlet Güvenlik Mahkemesi heyetinde askeri hakim bulunması nedeniyle davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakkaniyete uygun olarak görülmediği konusunda şikayetçi olmuştur. Ayrıca, aynı madde uyarınca, davasının açık olarak görülmesi ve para ödemeksizin bir avukatın yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiği konusunda şikayetçi olmuştur. Başvuran, son olarak, iddianamenin anlayacağı bir dilde olmaması gerekçesiyle “silahların eşitliği” ilkesine saygı gösterilmediğini ileri sürmüştür. Başvuran bu iddialarını AİHS’nin 6. maddesine dayandırmıştır.

Dolayısıyla, AİHM, AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiği kararına varmıştır.

2. Yargılamanın hakkaniyete uygunluğu

AİHM, başvuranın davanın bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakkaniyete uygun olarak görülmesi hakkının ihlal edildiği kararını göz önünde bulundurarak, yargılamanın hakkaniyete uygunluğuna ilişkin olarak AİHS’nin 6. maddesinin ihlaline ilişkin diğer şikayetleri ayrıca incelemenin gerekli olmadığını değerlendirmiştir (bkz., diğer içtihatların yanı sıra, Incal – Türkiye, 9 Haziran 1998 tarihli karar).

2. 2’ye karşı5 oyla AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edilmediğine;

3. 2’ye karşı5 oyla AİHS’nin 8. maddesinin ihlal edildiğine;

4. Oybirliğiyle, başvuranı yargılayan ve mahkum eden Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin bağımsız ve tarafsız olmadığı hususunda AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine;

5. Oybirliğiyle, başvuranın AİHS’nin 6. maddesi kapsamındaki diğer şikayetlerinin incelenmesinin gerekli olmadığına;

6. Oybirliğiyle, başvuranın AİHS’nin 13. ve 14. maddeleri uyarınca olan şikayetlerinin incelenmesinin gerekli olmadığına; karar verilmiştir.


Bu makale, sayın Av. Salih GÜLGELDİ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.


[1] B.Tanör, N.Yüzbaşıoğlu, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku,  8. Bası, s, 93.

[2] K. İçel,  Y. Ünver,  Adil Yargılanma Hakkı ve Ceza Hukuku,  1. Baskı, s, 380.

[3] D. Tezcan,  M. Erdem, O,, Sancakdar,  R.M. Önok, İnsan Hakları El Kitabı, 3.Bası, s. 221.

[4] D. Tezcan,  M. Erdem, O,, Sancakdar,  R.M. Önok, İnsan Hakları El Kitabı, 3.Bası, s. 232.