Ailenin kimliği  : “soyadı” ,

Toplumun kimliği : “milletinin adı” dır.

Yani toplumun soyadı, milletinin adı’dır.

Yerkürenin her yerinde, değişik isimler altında bulunan Türk toplumunun soyadının “Türk Milleti” oluşu gibi.

Halböyle olunca…

Bir aileyi ve bir milleti zayıflatmanın en etkili yolu, soyadını değiştirmek olacaktır.

Soyadımız kimliğimizdir.

Soyadımızı değiştirince, kimliğimizi de silmiş olurlar.

Bunun içindir ki, “Soyadı”na karşı çeşitli girişimler yapılmaktadır.

 

         SOYADI İLE İLGİLİ YASALAR VE ÜLKENİN SOYADI

         Soyadı ile ilgili yasalar 1934 yılının birkaç ayı içinde çıkarılmıştır. Ancak bu yasaları delmek ve değiştirmek için başlanan uğraşlar halen devam etmektedir.

Her Türk Vatandaşına bir soyadı taşıma yükümlülüğü 1934 yılı Haziran ayında kabul edilen “Soyadı Kanunu” ile getirilmiştir. Yasaya göre; her Türk, öz adından başka soy adını da taşımaya mecburdur. Yazışta ve söyleyişte; öz ad önde, soy ad sonda kullanılacaktır. Yabancı ırk ve millet isimleri soy ad olarak kullanılamayacaktır.

Nüfus Kanunu’nda 2003 yılında yapılan bir değişiklik ile “Türkçe’de bulunmayan” kelime ve harflerle kurulan kelimelerin soyadı olarak kullanılmasına kapı açılmıştır.

Bunu yeterli görmeyenler, Soyadı Kanunu’nda yer alan “yabancı ırk ve millet isimlerinin” soyadı olarak kullanılmasının önlenmesine ilişkin maddenin iptali için dava açmışlar, davayı haklı bulan Midyat Asliye Hukuk Mahkemesi, bu maddenin iptali için, dava dosyasını Anayasa Mahkemesine göndermiştir. Anayasa Mahkemesinde yapılan oylamada; bu madde varlığını “kıl payı” farkla ve oyçokluğu ile şimdilik kurtarabilmiştir.

Soyadı Kanunu’nun çıkarılmasından birkaç ay sonra “Cumhur Reisi Mustafa Kemal’e Atatürk soyadının verilmesine dair Kanun” kabul edilmiştir. Bu kanun ile Atatürk kelimesinin tek başına veya baş veya son tarafına bir takım ekler yapılarak hiç kimse tarafından kullanılamayacağı hükme bağlanmıştır. O kadar ki, Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım dahi Atatürk değil “Atadan” soyadını kullanmıştır. Ancak günümüzde Atatürk’ün resimlerine dahi tahammül edemeyenlerin bu yasaya nasıl baktıkları tahmin edilebilir.

Bu yasanın kabulünden birkaç gün sonra “Bazı lakap ve deyimlerin kaldırılmasına dair Kanun” kabul edilmiştir. Bu yasa ile Savaş Madalyaları dışındaki bütün rütbe, madalya ve nişanlar kaldırılmış; “ağa, hacı, hafız, molla, paşa, hazretleri” gibi lakap ve unvanların kullanılması yasaklanmıştır. Şimdi bu kelimelerin rahatlıkla kullanıldığına bakıldığında, ilgili yasanın nasıl delindiği de açıkca görülecektir.

Yeni Anayasa tartışmalarında ise; değişmez hükümlerin değiştirilmesi ve Türk’lük vurgusunun kaldırılması tartışılmakta, ulus’un soyadı-kimliği ile oynanmak istenmektedir.

 

AİLENİN VE EŞLERİN SOYADI

Aileye ilişkin soyadının kullanılması da, yukarıdaki örneklere benzer sataşma ve hücumlardan nasibi almıştır.

Ailede ortak ve tek bir soyadı kullanılır. Doğal olarak bu soyadı, evlilik birliğinin taraflarından birinin soyadı olacaktır. Alışılan, ötedenberi kullanılan yöntem bu soyadının kocanın ve babanın soyadı olmasıdır.

Önce; kadına “önceki” soyadını, kocasının soyadından önce gelmek üzere, her ikisini birden kullanabilme olanağı veren değişiklik benimsenmiştir.

Sonraki aşamada, kocasının soyadını kullanmak istemeyen ve evliliği devam eden bir bayan, kocasının soyadı silinerek yalnızca eski soyadını kullanmak istemi ile bir dava açmıştır. Bu istemi haklı bulan yerel mahkeme, ilgili kanun hükmünün iptali için, dava dosyasını Anayasa Mahkemesine göndermiştir. Anayasa Mahkemesi bu isteği oy çokluğu ile reddetmiştir. Bunun üzerine aslında, takdir edilmesi gereken bir uğraşı örneği veren davacı kadın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda bulunmuş ve AİHM, davacı kadının nüfus kaydından, kocasının soyadının silinmesi ve evlilik devam ederken davacı kadının, kocasının soyadını değil bir başka soyadını kullanabileceği yolunda karar vermiştir. Böylece, birbirinden tamamen farklı soyadları taşıyan karı kocadan oluşan bir örnek vücuda gelmiştir. Bu uygulama henüz Türk hukuk sistemine intikal etmese bile, aile yaşamında ilk yol ayrımı baş göstermişti.

 

ÇOCUKLARIN SOYADI

Bu çatlağı yeterli görmeyenler tarafından açılan bir diğer davada da gene bir ilk yaşanmıştır. Boşanan bir kadının, velayeti kendisine verilen çocuğun, babasının soyadını değil, annesinin kızlık soyadını kullanması için Siirt Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı dava Anayasa Mahkemesine intikal etmiş ve Anayasa Mahkemesi, boşanan ailelerde, çocuğun velayetinin anneye verilmesi halinde, babasının değil, annesinin soyadı ile nüfusa kaydedilebileceği yolunda gene oy çokluğu ile karar vermiştir. Ancak burada unutulan hususlardan biri, velayet hakkının sürekli olmadığıdır. Velayetin daha sonra babaya verilmesi halinde, çocuğun soyadı sürekli olarak değişecek midir. Mirasçılık,veraset ve en önemlisi akrabalık ilişkileri ve aile birliği, toplumun düzeni ve devamı nasıl sağlanacaktır. Söz konusu kararlar; kadın erkek eşitliğinin yanlış ve dar bir kalıp içinde yorumlanmasından kaynaklanmaktadır.

 

SONUÇ

Ne gariptir ki; bu kararlara öncülük eden mahkemeler Ankara, İstanbul gibi gelişmiş ve batı uygarlığına entegre olmuş kentlerin mahkemeleri değil, Midyat ve Siirt gibi kentlerimizin mahkemeleridir ve bu kararların Anayasa Mahkemesinde hep birkaç oy farkla, bıçak sırtında alınmış olmasıdır ki  bu hususlar özel olarak incelenmelidir.

Bu kararlar doğrultusunda henüz yasalarımızda yeni düzenlemeler yapılmamış olsa da aile yaşamında ikinci ve önemli bir yol ayrımı başlatılmıştır. Böylece bir ailede, babanın ayrı, annenin ayrı, çocukların ayrı soyadlarını taşıyacağı “bir garip aile uygulaması” başlamak üzeredir. Ülkelerin fethinde fiziki savaşdan önce; ruhsal, sosyal ve psikolojik ayrıştırmaların, çöküntülerin kullanıldığı da göz önüne alınmalıdır.

 

Her bireyin, kadın erkek eşitliğini kabul etmesi, kadına ve kadın haklarına en üst derecede saygı göstermesi bir insanlık borcu ve görevidir.

Ancak yukarıda açıklanan uygulamalara taraf olanların sahip çıkacağı ve eleştirenlere yönelteceği en önemli argümanlar, “kadın-erkek eşitliği, çağdaş uygarlık, bağnazlık” gibi hususlar olacaktır. Konuya; aile birliği, toplum düzeni ve ülke birliği açısından yaklaşanları böyle basma kalıp ifadelerle suçlamak yerine, sayılan kavramlar açısından daha soğukkanlı, tarafsız bir gözle bakılması ve düşünülmesinin kaçınılmaz olduğu gözardı edilmemelidir.

Unutulmamalıdır ki; ailenin ve ülkenin birliği “ortak kimlik”ten geçmektedir.



Av.A.Erdem Akyüz,
Hukukun Egemenliği Derneği
Genel Başkanı


(Bu köşe yazısı, sayın Av. Erdem AKYÜZ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)