Önceki iki yazımda yorum araçlarına değinmiş, bunları elden geldiği kadar somutlaştırmıştım. Serinin üçüncü ve son bölümünde bu araçları kullanırken dikkate almamız gereken bazı ilkeleri açıklamaya çalışacağım.

1- Sözleşmelerin yorumlanmasında bahsetmiş olduğumuz hususlar ve yorum vasıtalarını kullanırken dikkat etmemiz ilkelerin ilki “dürüstlük kuralına uygun yorum” ilkesidir. Dürüstlük kuralı kanunda "Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.”  şeklinde yerini bulmaktadır. “MK.2/I’de yer alan “dürüstlük kuralı”; “dürüst, namuslu bir insandan beklenen hareket tarzı”nı ifade etmektedir. Başka bir deyişle, MK.2/I’de “ ‘haklarını kullanan’ ve ‘borçlarını yerine getiren’ herkesin dürüst, namuslu bir insan gibi davranması gerektiği” belirtilmiştir. Hakların ve borçların içeriğini belirleyen bu kural, herkese yönelik olduğu için, hem alacaklıya ve hem de borçluya hitap etmektedir.” (Yargıtay Kararlarında “Dürüstlük (Objektif İyiniyet)” Kuralı (Mk.2/I) Ve “Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı” (MK.2/II) , Öğr. Gör. Talih UYAR, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2000, s. 439-467)

Niteliği gereği MK.2/I’de ifade edilmiş bulunan “dürüstlük kuralı” hakimin önüne gelen uyuşmazlıkta kendiliğinden (re’sen) - yani, taraflardan birisinin “doğruluk ve güven kurallarına aykırı davranıldığı” yolunda bir iddia ya da savunmada bulunup bulunmadığına bakılmaksızın-  uygulanacağı kabul edilmektedir. (AKYOL, Ş. Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı 1995, sh: 7 )

Burada tartışmalı olan bir husus vardır ki onu da zikretmek gerekir, şöyle:  Acaba taraflar Türk Borçlar Kanunu’nun 26 ve 27. Maddelerine ve Türk Medeni Kanunu’nun 23. Maddesine aykırı olmamak şartıyla aralarındaki sözleşmenin yorumlanmasında dürüstlük kuralının uygulanmasını önleyebilirler mi?  Buradaki sorun esasen Medeni Kanunu’nun başlangıç hükümleri emredici nitelikte midir değil midir noktasındadır.  (Daha geniş bilgi için bkz: EDİS, S. Medeni Hukuka Giriş ve Başlangıç Hükümleri s:285 vd)

Bu yazımız akademik bir tartışma zemini oluşturmaya uygun değildir ancak pratiğe ve bilhassa sözleşme ilişkilerine dönük kısmıyla bu noktada birkaç işaretleme yapabiliriz:

Yargıtay’ın bazı kararlarında benimsediği ve dürüstlük kurallarını kamu düzenine ilişkin bulan görüş dürüstlük kuralını emredici bulmakta, ayrıca hâkim tarafından re’sen uygulanma özelliği yine bu duruma bağlanmaktadır. Buna karşılık baskın görüş dürüstlük kurallarının doğrudan uygulanma özelliklerinin kamu düzenine bağlı olmadığı yönündedir. Çünkü kuralların tıpkı tamamlayıcı hukuk kuralları gibi maddi hukuka dâhil olarak doğrudan uygulanma özellikleri bulunur. Ayrıca kural teknik anlamda bir itiraz değildir. (Detaylı bilgi için : Sözleşme Özgürlüğü Yönünden Dürüstlük Kuralları, TBB Dergisi, Sayı 72, 2007, Derya Ateş)

Özetle MK m. 2 hükmünde yer bulan dürüstlük kuralı, sözleşmeye ait bir geçerlilik şartı değil; tarafların hak ve borçlarının kapsamını belirlemede, sözleşmenin yorumlanmasında, tamamlanmasında ve güven ilişkisinin anlam bulmasında ihtiyaç duyulan bir ilkedir. Bu sebeple sadece taraflar arasında kurulmak istenilen sözleşme ilişkisi içinde yer almazlar; aynı zamanda bu hukuki ilişkiden ayrı olarak taraflar arasında güven ilişkisine dayalı bağımsız bir borç ilişkisi de yaratırlar. İşte bu ikinci hukuki bağ sözleşmeden, hatta sözleşmenin geçersizliğinden ayrı ve bağımsız bir varlık gösterebilir. Culpa in contrahendo hallerinde olduğu gibi. (Sözleşme Özgürlüğü Yönünden Dürüstlük Kuralları, TBB Dergisi, Sayı 72, 2007, Derya Ateş)

Tüm bunlar ışığında meseleyi sadeleştirecek olursak sözleşmenin yorumlanması esnasında dürüstlük kuralına başvurulur. Bu kural uyarınca tarafların iradesinden fiili gerçek irade tespit edilemiyorsa  objektif yorum kuralıyla anlamlandırma yapılır. Örnek olarak “Bir sözleşmenin müzakeresine giren tarafların, dürüstlük kuralına (MK.2) uygun davranmakla yükümlü oldukları, gerçekte sözleşme yapmamaya kararlı olarak müzakereye girişen ve öneride bulunan tarafın bu davranışının dürüstlük kuralına (MK.2) aykırı davranış olarak nitelendirilmesi gerekeceğini” (2.HD. 15.9.1997 T. E:6603, K:8864 (YKD. 1997/12, sh:1856 vd.) zikredebiliriz.

Bu ilkeye dair hususları sözleşmelerin yorumu faaliyeti ile sınırlı olarak incelememizi sonlandırırken son bir noktayı da şöylece ifade etmek gerekir, şöyle ki: Dürüstlük kuralının uygulanmasında aşırıya kaçılmamalı bu kuralın tali (ikinci derecede) uygulanması gereken bir kural olduğu hatırlanmalı ve bu kural olaya uygulanacak özel hükümlerin uygulanmasını ortadan kaldırmamalıdır. Önce, olaya uygulanması gereken “özel kanun hükmü” araştırmalı ve bu hükmün uygulanması eğer “menfaatler dengesi”ne “adalet duygusu”na aykırı ve tatminkar olmayan bir sonuç yaratıyorsa o zaman bu sonucu düzeltmek üzere, bu ayrık (istisnai) durumda “dürüstlük kuralına” başvurulmalıdır. Bu kuralı çok sık uygulamak hukuki emniyeti ortadan kaldırır. (Alıntılanan Makale: Yargıtay Kararlarında “Dürüstlük (Objektif İyiniyet)” Kuralı (Mk.2/I) Ve “Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı” (MK.2/II) , Öğr. Gör. Talih UYAR, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2000, s. 439-467AKYOL, Ş. a.g.e. sh:15 - OĞUZMAN, M. K. Dürüstlük Kuralına (MK.2) Başvuru Hususunda Bazı Yargıtay Kararlarının Eleştirilmesi (Prof. Dr. YAŞAR KARAYALÇIN’a 65’inci Yaş Armağanı, 1988, sh:408) - SCHWARZ, A. B. a.g.e. ,sh:197 vd. - DOĞANAY, İ. Medeni Kanunun İkinci Maddesindeki “Objektif İyiniyet Kuralı” Taşınmaz Mal Satışlarındaki Şekil Şartını Ortadan Kaldırır mı ? (Prof. Dr. HALUK TANDOĞAN’ın Hatırasına Armağan, 1990, sh: 255 vd. )

2 - Bir diğer riayet edilmesi gereken yorum ilkesi “sözleşmenin kurulduğu ana göre yorum” olarak ifade edilebilir. Tarafların gerçek iradelerinin ne olduğu, bu iradelerin açıklandığı ve iradeler arası uygunluğun sağlandığı ana göre yani sözleşmenin kurulduğu zamana belirlenir. Tabi burada sözleşmenin yorumlanması ile uyarlanmasının farkını tekrar belirtmekte fayda var. Sözleşmenin uyarlanması hususunu ele alacak olursak: Sözleşmenin uyarlanması, sözleşme kurulduktan sonra o sözleşme şartlarında esaslı değişiklikler meydana gelmişse ve  sözleşmenin kurulduğu andaki sözleşme gerçekleri ile ifa zamanındaki gerçekler birbirine hiç uymamaktaysa tarafların sözleşmeden beklediği menfaat dengesi temelden sarsılmış bulunması nedeniyle söz konusu sözleşmenin ayakta kalabilmesi için mevcut halin yeni koşullar çerçevesinde revize edilmesidir. Uyarlama için sözleşmenin temelinin çökmüş olması gerekir. Uygulamada maalesef uyarlama davası olarak açılan birçok dava uyarlamaya dair bu esaslı hususların bilinmemesi sebebiyle uyarlamadan ziyade hakimin müdahalesi ve hakim tarafından yorumlanması talebi olarak anlaşılması gerekmektedir. Olağanüstü bir durum yok ve taraflar arasındaki edim dengesi sözleşmenin temelini sarsacak bir düzeye varmadıysa burada bir uyarlamadan bahsedilemez. Dolayısıyla dosya kapsamında belirtilen iddia konusunun yanlış hukuki gerekçelerle temellendirilmesi avukatları ve müvekkilleri zor bir duruma sokabilmektedir. Hele ki taraflar tacir ise piyasa koşulları sebebiyle sözleşme dengesinin bozulduğu durumlarda davacı taraf en fazla dengenin tesisine yönelik hakimden talepte bulunabilir ve hakim de en fazla yorum dolayısıyla bir hüküm tesisine gidebilir. Eğer uyarlama koşulları mevcut değilse hakim uyarlama kapsamında hüküm tesis edemez. Sözleşmenin uyarlanması ile ilgili en güncel ve en kapsamlı bir başucu kitabı olarak Mustafa Alper GÜMÜŞ Hoca’nın  “Teorisiyle ve Yargıtay Uygulamasıyla Sözleşmenin Uyarlanması” kitabını bu yazıyı okuyan tüm hukukçulara tavsiye etmek üzerime bir borçtur.

3- Yine uygulamada farklı şekillerde rastlandığı üzere mevcut sözleşmenin metninin nasıl anlaşılması gerektiğine dair taraflar kendi aralarında ayrı bir yorum anlaşması, bir protokol tesis etmektedirler. Bunun en basit örneği sözleşmede kullanılan kelimelerin ne anlama geldiği ve kullanılan kısaltmaların hangi kelimeleri ifade ettiği ya sözleşmenin içinde tanım veya kısaltmalar başlığı altında ayrı bir hükümle düzenlenmekte ya da sözleşme eki olarak ayrı bir metinde yer almakta ve sözleşmede bu metne atıfta bulunulmaktadır. Fakat esas itibariyle bu yorum anlaşmasının hayati derecede önemi haiz olarak karşımıza çıktığı yerler genellikle esas sözleşme, teknik sözleşme, uygulama sözleşmesi, ihale şartnamesi (idari şartname, teknik şartname, projeler) hükümleri arasında hangi hükme üstünlük tanınacağı hususunun yorum kuralı olarak düzenlenmesidir. Genel kabul gören düşünce bu yorum anlaşmasının yorum faaliyetinde esas alınması gerektiği yönündedir.

4- Yukarıda ifade edildiği üzere kanunun varlığı her zaman belirleyicidir ve taraflar yahut hakim sözleşmenin yorumu faaliyetini yürütürken kanuni emniyeti ortadan kaldıracak düzeyde bir yorum faaliyetinde bulunmamaya dikkat etmelidir. Bunun bir yansıması olarak sözleşmelerin yorumunda “kanuna uygun yorum ilkesi”, kanunun öngördüğü yorum kurallarına uygun yorumu ifade eder. Hukuk kuralının bizzat kendisi yorum kuralını düzenlemiş olabilir. Örneğin, TBK’nın 91 ve 92’nci maddelerinde süreye bağlı borçlarda ifa zamanının tayin edilmesine ilişkin hükümler getirilmiştir. (Diğer yorum kuralları için TBK m. 17, 196/III, 245, 570/II örnek olarak zikredilebilir.) Kanuna uygun yorum ilkesinin diğer görünümü, kanunun tamamlayıcı kurallarına uygun yorum ve kuraldan sapmalarda dar yorumun benimsenmesi şeklinde karşımıza çıkar. Gerçek beyanın belirlenmesinde tereddüt halinde, kanunun tamamlayıcı hukuk kuralına uyan yoruma üstünlük tanınmalıdır. Özellikle bir kanun hükmü aynı anlama gelecek şekilde başka sözlerle tekrar edilmişse, kanundaki anlamına göre yorumlanır. Buna göre, taraflar tamamlayıcı hukuk kuralından ayrılmak istiyorlarsa bunu açıkça dile getirmelidirler.

5- Buraya kadar anlatılan ilkelerin varlığına değer katan bir diğer önemli başlık ise “sözleşmeyi ayakta tutma ilkesine uygun yorum” başlığıdır.  Nitekim kanunun genel işlem koşullarına dair koymuş olduğu hükümleri incelediğimizde kanun koyucunun amacı sözleşmeyi ayakta tutmak ve zayıf tarafın menfaatini korumaktır. Miras Hukuku’nda favor testamenti ilkesinin bir yansıması olarak TMK 577/II VE 504’te görmüş olduğumuz bu husus “sözleşmenin ayakta tutulması-favor negotii” olarak birçok yerde varlık bulmaktadır.

6- Zikretmiş olduğumuz tüm bu ilkeler sözleşmenin tarafların gerçek iradesinin tespit edilip olaya uygun bir şekilde tatbik edilmesine yönelik olup beşinci maddede zikretmiş olduğumuz üzere yapılan akitlerin devamına ve borçların ifasının sağlıklı şekilde yerine getirilmesine hizmet etmektedir. Bu noktada “favor debitoris” karşımıza çıkmaktadır. Borçlu yararına yorum olarak tanımlanabilecek bu ilke elbette alacaklı aleyhine olacak şekilde bir yorum faaliyetini öngörmemektedir. Bu yorum ilkesinde böylesi bir opsiyonun ortaya konmasının sebebi borcu ifa edecek olan tarafın borçlu olması ve dolayısıyla bu noktada böylesi bir yoruma öncelik tanınmasının sözleşmenin amacına hizmet etmesi dolayısıyladır. Bu tip bir yorum tereddüt halinde ortaya çıkar ve ifade olunan ifa menfaati ile uyumlu bir şekilde bu ilkeye başvurularak yorum yapılmalıdır.

7- Ele almış olduğumuz altıncı ilke ivazlı işlemler çerçevesinde değerlendirilir. Eğer ortada bir ivazsız- karşılıksız kazandırma var ise karşılıksız kazandırmada bulunan lehine yorum yapılması tabiidir. Bilhassa bağışlama sözleşmelerinde bağışlayan yararına yoruma üstünlük tanınmalı ve yorum dar olarak yapılmalıdır.

8- Genel işlem koşullarında yahut tüketici hukukuna dair bir uyuşmazlıkta taraflar arası güç dengesi en başından itibaren farklıdır ve kanun koyucu buna kendisi doğrudan müdahil olmuştur. Fakat normal şartlar altında işleyen bir sözleşme ilişkisinde yorum faaliyeti yapacak isek “düzenleyen aleyhine yorum ilkesi” en son başvurmamız gereken bir ilke olarak karşımıza çıkmaktadır. Roma hukukunda “in dubio contra stipulatorem” olarak ifade edilen bu ilkeye göre anlamında tereddüt edilen hükümler, o hükmü kaleme alan aleyhine yorumlanmalıdır. Düzenleyen aleyhine yorum ilkesi diğer yorum ilkelerinden sonuç alınamaması halinde, kanunda aksi öngörülmemişse, en son olarak başvurulabilecek ilkedir. 

>> Sözleşmeleri Nasıl Yorumlayalım? - 1

>> Sözleşmeleri Nasıl Yorumlayalım? – 2