“Yayın” kavramı radyo ve televizyon için kullanılırken, basılı eserler için “yayım” kullanılır. Ancak günlük kullanımda “yayın” kelimesinin tercih edildiği görülmektedir. Her ikisi de, düşünce açıklama hürriyetinin bir kullanım biçimi olan ve demokratik toplumda halkın haber alma hakkını ve dolayısıyla da haber verme hakkını koruyan basın hürriyeti kapsamında ele alınır.

Basın hürriyeti, temeli ifade hürriyetini korkusuzca, baskı hissetmeden ve kısıtlanmadan ortaya koymayı öngören demokrasinin esasıdır. Demokrasi, özgür iradeyi, çok sesliği, bu nedenle de çoğulculuğu hedefler. Demokraside kurallar ve sınırlamalar vardır, ancak bunlar insan hak ve hürriyetlerini koruyucu mahiyettedir. Her sınırlama, temelde toplumun veya bireyin bir üstün ve gözetilmesi gereken hukuki yararını korumak için koyulur.

Demokratik hukuk devletinde; keyfi, ölçüsüz, belirsiz, sırf veya ağırlıklı olarak kamu otoritesine ve güce hizmet eden sınırlama ve uygulamalarla kişi hak ve hürriyetlerine müdahale edilmemelidir. Anayasa m.13'e ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi hükümlerinin çizdiği çerçeveye bağlı kalınarak ve yalnızca kanunla getirilebilen sınırlamanın; hem tanımı ve hem de yaptırımı net olmalı, hak ve hürriyetin özünü zedelememeli, yani içini boşaltmamalı, kullanımını engellememeli ve uygulanma şekilleri de hukuk düzeninde sapmaya yol açmamalıdır.

Son zamanlarda, demokratik düzende yeri olmayan ve belki çok kısıtlı hallerde uygulanması savunulan “yayın yasağı” kavramını duymaya başladık, hatta bu durumun basın açısından sansür niteliği taşıdığı ve basın hürriyetinin özüne müdahale edildiği eleştirileri yapıldı. Bu eleştiriye göre kamu otoritesi; duymak ve duyulmasını istemediği, kamuoyunda konuşulup tartışılmanın önüne geçmeyi amaçladığı haberlerin yayın ve yayımını engellerken, kendisini öven, destekleyen, en azından ağır eleştiri altında kalmasına ve gündemi meşgul edip aleyhine olabilecek gerçeklerin gündemde yer almasına neden olmayan haberleri ise desteklemektedir.

Basın hürriyetinin temeli; toplumu ilgilendiren, hatta toplumun merakını çeken, duyup konuşmak ve tartışmak, bu yolla gerçekleri öğrenmek, eleştiri ve değerlendirme yapmak istediği her konuda haber vermeye dayanır. Elbette haber verme ve alma haklarının sınırları olacaktır. Haberin gerçekliği, haber olma değeri, kamuoyu ile ilgisi, güncelliği, verilme bicimi, habere karşı korunması gereken üstün yararların, örneğin kişilik haklarının gözetilmesi, suçsuzluk/masumiyet karinesinin, savunma hakkının korunması gibi unsurlar, basın hürriyetini kullanırken dikkate alınmalıdır. İncitici bile olsa haber değeri taşıyan konular, bu kapsamda toplumu ilgilendiren meseleler, “kamuoyuna malolmuş kişi” olarak bilinen meşhur kişilerin, politikacıların, kamu otoritesinde görev alanların hayat alanlarının birçok kısmı ile ilgili haberler yapılabilir. Hatta bu haberin kaynağı hukuka aykırı da olabilir. Haberin kaynağının hukuka aykırılığı ve suça konu olması, dolayısıyla bu bilgilerin yargılamada delil olarak kullanılması yasağı ile bunun haber olma değeri sebebiyle kamuoyuna aktarılmasını birbirine karıştırmamak gerekir.

Nitekim İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi 19.12.2006 tarihinde verilip 19.03.2007 tarihinde kesinleşen Radio Twist - Slovakya davasında, iki siyasetçi arasında geçen ve hukuka aykırı yollardan elde edildiği tespit edilen konuşmanın yayınının engellenmesini, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin ifade hürriyetinin koruyan 10. maddesinin ihlali saymıştır.

“İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddeye göre, “1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.

2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasa ile öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir”.

Mahkeme, konuşmanın hukuka aykırılığının devam ettiğini, buna karışmayacağını, fakat bu hukuka aykırılığın konunun haber değerini, kamuoyu ilgisini ortadan kaldırmayacağını, kamuoyuna malolmuş kişilerin ve bu çerçevede politikacıların halkın öğrenmesi ve bilmesi gereken konuşma ve davranışlarının, en önemlisi de demokratik bir düzende öğrenilmesi gereken gerçeklerin engellenmemesi gerektiğine karar vermiştir. Mahkemeye göre, aksi uygulama demokratik toplumun esası olan ifade hürriyeti, haber alma ve eleştiri haklarının özüne müdahale teşkil eder. Ancak hukuka aykırı yollardan elde edilen bu kayıtlar, “hukuka aykırı delil” olduğu için yargılamada şüpheli ve sanık aleyhine kullanılamayacaktır.

Haber gerçek olmalıdır. Habere konu edilen konuşma ve kayıtlarda taklit, montaj ve tahrifat varsa, bu durumu haber yapmak suretiyle kişi mağdur edilmemeli veya konuşmada geçmeyen ibareler var gibi gösterilmemeli, kişinin söylemediği veya farklı şekilde söylediği hususlar çarpıtılmamalı, bu yolla kişi küçük düşürülmemeli, reyting veya tiraj amacı gözetilmek suretiyle haber içeriğinde veya veriliş biçiminde haberin gerçekliğinden sapılmamalıdır.

Anayasa m.26 ve 28 ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.10’da, ifade ve basın hürriyeti koruma altına alınmış ve istisnai olarak nasıl sınırlamaya tabi tutulacağının da çerçevesi çizilmiştir. Prensip olarak, basın hürdür ve sansür edilemez. Bu prensibin istisnaları, Anayasa m.26/2 ile m.28/3’de yer almıştır.

5187 sayılı Basın Kanunu m.3/2’de, basılmış eserlerle ilgili hangi sebeplere bağlı olarak sınırlama getirilebileceği ifade edilmiştir.

“Basın özgürlüğü” başlıklı 3. maddesine göre “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.

Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”

Belirtmeliyiz ki, gerek Anayasada ve gerekse Basın Kanunu’nda öngörülen bu istisnalar çerçeve mahiyette olup, basın hürriyetinin kapsamını göstermeye yöneliktir. Mevzuatta, bu istisnaların nasıl uygulanacağı ve yaptırımlarının ne olacağı konusunda düzenleme bulunmamaktadır. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Basın Kanunu’nda yer alan düzenlemeler ilke ve sınırlama çerçevelerini göstermiştir. Yayın yasağı kararında, Anayasa ve Basın Kanunu’nun yer verilen sebepler gerekçe olarak kullanılabilirse de, fiili uygulamaya elverişli olduklarını söylemek mümkün değildir.

Basın Kanunu’nun “Kimliğin açıklanmaması” başlıklı 21. maddesinde, süreli yayımlarda maddede gösterilen kişilerin kimliğinin açıklanması ile ilgili suç ve para cezası tanımı yapıldığı; Basın Kanunu’nun “Elkoyma, dağıtım ve satış yasağı” başlıklı 25. maddesinde ise, bu maddede sayılan suçları içerdiklerine dair kuvvetli delil bulunan basılmış eserlere hakim kararı ile tedbir amaçlı olarak elkoyulabileceği ifade edilmiştir. Bu düzenleme de, yayım yasağı öngörmemektedir. Çünkü yayım yasağı, bir eserin basılıp dağıtılmadan önce yasaklanmasını, yani elkoyma konusu olabilecek yayım aşamasına geçilmeden engellenmesi, haber konusunun aktarılmasının önlenmesi demektir. Basın Kanunu’nun 21. ve 25. maddelerinde, yayım yasağından ziyade yayımın sınırı veya bazı suçları içerdikleri tespit edilen yayımlara elkoyulması tanımlanmıştır.

Özetle Basın Kanunu’nda, basılı eserlerin yayımının yasaklanması ile ilgili uygulamaya yönelik başka bir düzenleme olmadığını, yaptırımı olmayan ve “çerçeve hüküm” niteliği taşıyan Anayasa m.26 ve 28 ile Basın Kanunu m.3/2’den hareketle yayım yasağı kararı verilemeyeceğini ifade etmek isteriz.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “1. İlke” başlıklı 24 ile “2. Davalar” başlıklı 25. maddelerinde; kişilik haklarına karşı saldırı tehlikesi bulunanların, bu tehlikelerin önlenmesini ve dolayısıyla kişilik haklarının korunmasını görevli ve yetkili mahkemeden isteyebilmeleri öngörülmüştür. Böylece kanun koyucu, bireyin kişilik haklarına üstünlük vermek suretiyle haksız saldırı tehlikesi bulunan ve ifade hürriyeti kapsamına giren yayın ve yayımların yasaklanmasını mümkün kılmıştır. Bununla birlikte 4721 sayılı Kanunun 24. maddesinin 2. fıkrasında “Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”  hükmüne yer verilerek, kişilik hakların yapılan müdahalenin hangi hallerde tedbir kararına konu edilemeyeceği ortaya koyulmuştur.

Demokratik hukuk toplumunda bireysel ölçüde çok önem taşıyan, kırılgan bir yapıya ve dış müdahaleye karşı korumasız olan kişilik hakları, Anayasa nazarında ifade hürriyetinden ne bir eksik ne bir fazladır. Esas itibariyle Anayasa ve uluslararası sözleşmeler, birisini diğerine de tercih etmemiştir. Birey; başta demokrasinin temeli olan ifade hürriyeti ile bireyci yaklaşım gösteren, kişi hak ve hürriyetlerini esas alarak hareket eden temel hukuk normlarının koruma altına aldığı maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına, kişilik hakkına ve özel hayat hakkına aynı derecede ve eşit güvenlik duygusu ile sahip olmalıdır. İfade hürriyetinin bir yansıması olan basın hürriyeti, haber alma ve haber verme hakkının gerekçe gösterilmesi suretiyle bireyin ayrılmaz parçası olan kişilik haklarına saldırma gerekçesi yapılamaz. Bu konuda dengenin iyi sağlanması, korunması ve kamu yararı ile birey yararı arasında kurulması gereken ince çizgiden de sapılmaması gerekir.

6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un “Kamunun önemli olaylara erişimi” başlıklı 17. maddesinde, toplum için büyük önem arz eden ulusal ve uluslararası olayların şifresiz ve ücretsiz olarak Ülke geneline yayın yapan televizyon kanallarından canlı veya banttan yayınlanması temin etmek konusunda Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’na (RTÜK’e) yükümlülük ve yetki vermiştir. İlk bakışta bu hükmün; spor, müzik ve sosyal alanda ulusal ve uluslararası önem arz eden olayları kapsadığı düşünülse de, elbette bu kapsama siyasi, hukuki ve iktisadi meseleler de girer.

6112 sayılı Kanunun “İdari yaptırımlar” başlıklı 32. maddesinde, aynı Kanunun “Yayın hizmeti ilkeleri” başlıklı 8. maddesinin (a), (b), (d), (g), (n), (s) ve (ş) bentlerinde yer alan yayın hizmeti ilkelerine aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarına, RTÜK tarafından idari para cezasının yanında ihlale konu olan programın yayınının durdurulmasına da karar verilebileceği belirtilmiştir.

6112 sayılı Kanunun “Yayın hizmeti ilkeleri” başlıklı 8. maddesinin yayın yasağına konu edilen bentleri aşağıda sıralanmıştır:

“a) Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı olamaz.

b) Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz.

d) Terörü övemez ve teşvik edemez, terör örgütlerini güçlü veya haklı gösteremez, terör örgütlerinin korkutucu ve yıldırıcı özelliklerini yansıtıcı nitelikte olamaz. Terör eylemini, faillerini ve mağdurlarını terörün amaçlarına hizmet eder şekilde sunamaz.

g) Suç işlemeyi, suçluyu ve suç örgütlerini övücü, suç tekniklerini öğretici nitelikte olamaz.

n) Müstehcen olamaz.

s) Toplumsal cinsiyet eşitliğine ters düşen, kadınlara yönelik baskıları teşvik eden ve kadını istismar eden programlar içeremez”.

6112 sayılı Kanunun 32. maddesinin 3. fıkrasına göre, “Yükümlülük veya yasak ihlalinin suç oluşturması halinde, bu suç nedeniyle ilgililer hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılması şartına bağlı olmaksızın, bu madde hükümlerine göre idari para cezası veya idari tedbir kararı verilir”. Kanun koyucu, yükümlülük veya yasak ihlalinin suç oluşturması halinde, yayın yasağının yukarıda sayılan bentlerle sınırlı olmayacağını, 8. maddede yer alan tüm yayın hizmeti ilkelerine aykırılığın yayın yasağına dayanak olabileceğini ifade etmiştir.

Görüleceği üzere, RTÜK tarafından uygulanacak idari yaptırımla radyo ve televizyon yayınlarının durdurulabilmesi mümkün olabilmektedir.

6112 sayılı Kanunun “Adli yaptırımlar” başlıklı 33. maddesinde, yayın lisansı olmayan veya lisans tipi dışında yayın yapan veya izinsiz verici tesis eden medya hizmet sağlayıcılarının yayınlarının durdurulması öngörülmüştür.

2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’nun “Yayın esasları” başlıklı 5. maddesinde, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’nun yayınları sırasında uyması gereken esaslar özel olarak gösterilmiştir. Ancak 2954 sayılı Kanunda, yayınlarda gösterilen bu esaslara uyulmadığı takdirde yaptırımın ne olacağına ve yayın yasağı kararı alınmasına dair bir hüküm veya 6112 sayılı Kanuna atıf yapan bir maddeye yer verilmemiştir.

Türk Ceza Kanunu m.285’de, soruşturmanın ve kapalı yapılmasına karar verilen duruşmanın gizliliğinin ihlali; 286’da, soruşturma ve kovuşturmada ses veya görüntülerin yetkisiz kişilerce kayda alınması veya nakledilmesi; 288’de ise dürüst yargılamayı etkilemeye teşebbüs suç sayılmıştır. Bu hükümlerin hiçbirisinde, Basın Kanunu’nun 3. maddesinin 2. fıkrası esas alınmak suretiyle yayın yasağı öngörülmemiştir.

Ceza Muhakemesi Kanunu m.157’ye göre, yasal hükümler saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek şartıyla soruşturma tasarrufları gizlidir. Kovuşturma ise, CMK m.182/1 uyarınca herkese açıktır. Bu maddenin ikinci fıkrasında, genel ahlakın ve kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde, duruşmanın bir kısmının veya tümünün kapalı yapılmasına mahkemece karar verilebilir.

“Ses ve görüntü alıcı aletlerin kullanılması yasağı” başlıklı CMK m.183’de, adliye binası içerisinde ve duruşma başladıktan sonra duruşma salonunda sesli veya görüntülü kayıt veya nakil olanağı sağlayan aletlerin kullanılamayacağı ve bu hükmün, adliye binasında veya dışında gerçekleştirilen adli tasarrufları da kapsayacağı ifade etmiştir. Bunun istisnası, Kanunun izin verdiği hallerde yapılan sesli veya görüntülü kayıt veya nakil olanağı sağlayan aletlerin kullanılmasıdır. Örneğin, SEGBİS kullanılarak yapılan yayınlar hukuka aykırı delildir. Ancak adliye binasında veya dışında yapılan bir inceleme veya keşfin yasal dayanağı olmaksızın sesli ve/veya görüntülü kaydedilmesi, bir başka yere aktarılması veya yayını hukuka aykırıdır.

“Kapalı duruşmada bulunabilme” başlıklı CMK m.187/3’e göre, “Açık duruşmanın içeriği, milli güvenliğe veya genel ahlaka veya kişilerin saygınlık, onur ve haklarına dokunacak veya suç işlemeye kışkırtacak nitelikte ise; mahkeme, bunları önlemek amacı ile ve gerektiği ölçüde duruşmanın içeriğinin kısmen veya tamamen yayımlanmasını yasaklar ve kararını açık duruşmada açıklar”. Bu hüküm, tipik bir yayın yasağını öngörmüştür. Kanaatimizce bu hüküm, yayın yasağını net olarak öngören bir düzenlemeye yer vermiştir. Bunun dışında; cumhuriyet savcısı, hakim veya mahkemenin muhtemel yayını engelleme, yani yasaklama yetkisi bulunmamaktadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 107 ila 113. maddelerinde, Anayasaya m.100’de öngörülen “Meclis soruşturması” usulünün düzenlendiğini görmekteyiz. Meclis soruşturması, görevde bulunan veya görevinden ayrılan Başbakan veya bakanlar hakkında, TBMM üye tamsayısının en az onda birinin vereceği önerge ile Meclis soruşturması açılması istenebilir. Meclis Genel Kurulunun soruşturma açılmasına karar vermesi ile Meclis soruşturması komisyonu kurulur. İçtüzüğün 100. maddesinin 2. fıkrasına göre, komisyonun çalışmaları gizlidir ve bu komisyona kendi üyeleri dışında kalan milletvekilleri katılamazlar. İçtüzüğün 111. maddesine göre, komisyon, cumhuriyet savcısı gibi hareket eder, cumhuriyet savcısının yetkilerini kullanır. Kanaatimizce, soruşturmanın gizliliği ile ilgili Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yer alan hükümler burada da geçerlidir.

Basit şüpheyle başlayan, şüphelinin masumiyet/suçsuzluk karinesini korumak ve delillerin karartılmasını önlemek için gizli yapılması gereken soruşturma, “soruşturmanın gizliliği” ilkesi ihlal edilmemek kaydıyla habere konu edilebilir. Bir başka ifadeyle, savcılık soruşturması ve Meclis soruşturması için ayrı bir yayın yasağı kararı almaya gerek bulunmamaktadır. Çünkü soruşturma zaten gizlidir. Ancak bu gizlilik, yayın yasağına dönüştürülemez. Soruşturma ile ilgili ayrıca yayın yasağı kararı alınmasını destekleyen yasal bir dayanak, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ve Meclis İçtüzüğünde bulunmamaktadır. Bu durumda yayın yasağı, yukarıda anlatılan yasal sınırlamalar çerçevesinde gerçekleştirilebilir. Bunun dışında verilecek yayın yasağı kararı, hem yetkiden uzak ve hem de “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13’e aykırı olacaktır.

Anayasa m.13’e göre “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)