Hukukun en temel fonksiyonlarından biri, bireylerin huzur ve güven içerisinde yaşamlarının tesis edilmesidir. Bireylere haklar ve özgürlükler tanıyan hukuk düzeninin, bu hakların ve özgürlüklerin güvence altına alınması ve korunması için, bu hak ve özgürlüklere müdahalede bulunan, onlara zarar veren veya zarar vermeye eğilimli olan kişileri de cezalandırılmasın onlara yaptırımlar uygulanması kaçınılmaz olacaktır.

İnsan; dünya üzerinde hiçbir sebep yokken kendi türüne öfke duyan ve ona zarar veren, hınç duyan tek canlıdır. Tarih boyunca her devlet, kendi bünyesinde bulunan kişilerin huzur ve sükun içinde yaşamlarına devam edebilmeleri için, bu düzeni bozan, bozmaya çalışan kişileri cezalandırma yoluna gitmiştir. Düzeni bozan kişileri cezalandırmak, devlet için bir hak olduğu kadar aynı zamanda da bir yükümlülüktür.

Cezalara ve cezalandırmaya ilişkin ilkeler, tarih boyunca gelişmiş ve şekillenmiştir. Her devlet kendi özelinde kendi hukuk sistemine göre suçları ve cezaları belirlemiş ve bunları tatbik etmiştir. Kimi devletler bu düzenlemeleri ilahi kanunlardan ve kutsal kitaplardan almış, kimi devletler sosyal yaşama göre şekillendirmiş, kimi devletler ise başka faktörleri ölçüt alarak düzenlemelerini yapmışlardır.

İşlenen suçlara göre farklı farklı cezalar belirlenmiş, bu cezaların niteliği ve ağırlığı işlenen suça bağlı olarak değişkenlik göstermiştir. Tarih boyunca birçok toplumda uygulanan, günümüzde insan haklarının gelişmesi ve kabul edilmesiyle dünyanın ekserisinde artık uygulanmasa da bazı yerlerde uygulanmasına hala devam edilen bir cezalandırma şekli olarak ölüm cezası (idam), en temel cezalandırma şekillerinden biri olmasının yanında, en çok tartışmaya da konu olan cezalandırma şeklidir. Ölüm cezası yani idam; bir kimseyi ademe(yokluğa) götürmek, hayati varlığına son vermek, yok etmek manalarında kullanılan Arapça kökenli bir kelimedir. Yani kişi, işlediği suç sebebiyle yok edilmektedir.

Hukuk düzeni, bireylerin temel hak ve hürriyetlerini güvence altına alır. Şüphesiz bu temel hak ve hürriyetlerin en başında, yaşama hakkı gelmektedir. Herhangi bir suç işlenmesi durumunda; hukuk düzeninin sağladığı ve güvence altına aldığı en temel haklardan biri olan yaşama hakkına yine o hukuk düzeninin müdahale etmesi, tartışmalara sebep olmuştur. Ölüm cezasının bu yönüyle, evrensel hukuk metinlerince güvence altına alınan ve tüm dünyada kabul gören yaşama hakkının çekirdeğini zedelediği hakkında görüşler ileri sürüldüğü gibi; ölüm cezasının caydırıcılığı sebebiyle, suç işlenmesinin neredeyse külliyen önüne geçtiğini ve bu yönüyle uygulanması gerektiğini savunan görüşler de mevcuttur.

Ceza; Arapça diline ait bir kelimedir ve sözlük anlamı ‘karşılık’tır.[1] Mehaz dilde, iyi veya kötü ayırdı olmaksızın mutlak olarak karşılık anlamında kullanılmaktadır. Terminolojik olarak ise, işlenen suç karşılığında öngörülen yaptırıma verilen isimdir. Devlet, toplumsal barışı tesis etmekte ve bu düzenin devamını sağlamak için bu düzeni bozan kişileri cezalandırma yetkisini elinde bulundurmaktadır. Bu yetki, hukuk devletlerinde yalnızca devlet tekelindedir. Aksi halde bireylerin ihlal edilen haklarını kendi yöntemleriyle yeniden elde etmesi -buna ihkak-ı hak denir- toplumdaki düzeni tamamen bozacaktır.

Suç karşılığı öngörülen yaptırım, ceza normlarını ihlal eden ve kamu düzenini bozan kişiye karşı devletin bir tepkisi niteliğindedir. Ceza hukuku bu yönüyle, devletin keskin kılıcıdır.[2] İşlenen her suçun bir mağduru olsa da her suç aslında devlete karşı da işlenmiştir. Çünkü suç işleyen kişi, bireylerin devlete olan güvenini zedelemiş ve devletin toplum sözleşmesinden doğan yükümlülüklerini ihlal etmiştir. Bu açıdan bakıldığında, her failin suçu işlerken aslında devletin egemenliğine karşı bir saldırıda bulunduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır. Bireylerin hak ve özgürlükleri devlet güvencesindedir, anayasalarla koruma altına alınmıştır. Suç işleyen fail, elbette mağdurun bir hakkına yönelik saldırıda bulunmuş olur.

Ceza hukukunun işlevi en temelde iki işlevi vardır. Bunlardan ilki ceza hukukunun önleyici işlevidir ki; devlet suç işleyenleri cezalandırdığı için suç işleme kararı içinde olanların suç işlemekten vazgeçmesi cezalar sebebiyle olur. Yani ceza hukukunun işlevlerinden biri, suç işleme kararı içine giren kişinin cezaları düşünerek bu kararından vazgeçmesini veya cezaların ağırlığı nedeniyle suç işlemeye karar vermemesini sağlamaktır. Bir diğer işlevi de ıslah işlevidir ki, bu da suç işlediği için cezalandırılan failin, cezası infaz edildikten sonra yaptığı hatadan ders alarak topluma yeniden kazandırılmasıdır.

Hukuk, sosyal ilişkileri düzenleyen, toplumsal sınırları belirleyen bir bilim dalıdır. Bu nedenle, her toplumun hukuku ait olduğu topluluğa ilişkin izler taşır. Bu husus, ceza hukukunda da aynı şekildedir. Suçlara karşı öngörülen cezalar, düzenlemelerin ait olduğu toplulukların sosyal yaşamından izler taşır. Örneğin milattan önce 1760 yıllarında ortaya çıkan ve tarihteki en eski hukuk metinlerinden biri olan Babil Kralı Hammurabi’nin kanunlarındaki Saban Kıran ve Öküz Öldüren cezaları, toplumun temel geçim kaynağının tarım olmasından dolayı ihdas edilmiştir. Kimi toplumların yasaları ise teolojik metinlere veya esaslara dayanır ve kaynağını dinden alır. Örneğin zina fiili, dört büyük dinin kutsal kitabında da toplumsal ahlakı ve nesebi bozan bir fiil olarak suç sayılmış ve cezası da aynı kitapta belirlenmiştir.

Ölüm cezaları da, bazı toplumlarda din temelli olarak uygulanırken, bazı toplumlarda da laik bir hukuk sistemi benimsenmesine rağmen failin işlediği suça karşı ağır ve caydırıcı bir ceza olması sebebiyle uygulanmıştır. Ölüm cezaları insanlık tarihi boyunca uygulanırken, uygulandığı her çağda lehine ve aleyhine görüş beyan eden güruhlar ortaya çıkmıştır.

Geçmişteki tartışmaları bir kenara bırakıp, ölüm cezasını günümüz konjonktürüne göre yorumlayacak olursak;

Ölüm cezasının, cezanın genel önleme fonksiyonuna hizmet ettiği su götürmez bir gerçektir. Bir toplumda cezalar ağır olur, bu durum suç işleme kararını bünyesinde barındıran diğer ‘potansiyel fail’leri suç işlemekten alıkoyar ve böylece toplum dirlik ve esenlik içinde idame etmiş olur. Ancak böyle bir amaçla ölüm cezasının tatbik edilecek olması için, evvela o devlette adil yargılamaların yapılabilmesi gerekmektedir. Öyle ki, adil ve tarafsız olmayan bir yargılamanın yapıldığı bir ortamda, ölüm cezası telafisi imkansız zararlara neden olacaktır. Haksız yere idam edilen bir kişinin arkasından da 2004 yapımı PARDON filminde olduğu ‘pardon, yanlışlıkla oldu’ demekten başka çare kalmayacaktır. Dönemimize baktığımızda, yargılanan, hapis cezasına mahkum edilen, yılları parmaklıklar ardında ziyan edilen kişilerin daha sonra yanlış uygulamalar sebebiyle haksız yere bu uygulamalara maruz kaldığına şahit oluyoruz.

Her ne kadar kürsülerden konuşulmakla veya kitaplara, dergilere, gazete köşelerine süs olmakla kalsa da; günümüzde insan hakları konusunda oldukça mesafe alınmıştır. Hatta öyle ki, temel insan haklarını konu alan ve onları koruyan uluslararası metinler kaleme alınmış ve bu metinlere neredeyse her devlet taraf olmuştur. Yaşama hakkı da en temel haklardan biri olarak bahsi geçen metinlerle koruma altına alınmıştır. Herkesçe malum olduğu gibi, devletler, taraf oldukları uluslararası anlaşmalar eğer insan haklarına ilişkin ise, bu anlaşmalara muhalif yasalar ihdas edemezler.

Bu nedenle; suçların çok arttığı bazı dönemlerde yahut seçim arefelerinde İDAM İDAM İDAM, HALKIMIZ İSTİYORSA YAPARIZ gibisinden naralar, yalnızca toplumun gazının alınmasına hizmet eder. Biz her ne kadar tartışmasını yapsak da, lehine ve aleyhine görüşler ileri sürsek de, günümüzde ülkemiz açısından ölüm cezasını yasalaştıracak bir düzenleme yapılması mümkün değildir.

Av. Rıdvan Can ERDEM

------------------------

[1] www.etimolojiturkce.com/kelime/ceza

[2] ZAFER, Hamide, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 4. Bası, Şubat 2015, s.11