"Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şey bekliyoruz.’’

Yazıma Mustafa Kemal Atatürk’ün yukarıda ki çok önemli ve anlamlı sözleriyle başlamak istedim

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 103üncü yılında, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı kutlamak ne güzel şey. Ulus olarak bu günü kutlamanın onur ve gururunu yaşıyoruz.
Ayrıca bu onuru ve gururu bize yaşatan  Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını ve tüm şehitlerimizi rahmetle anarken, şükranlarımızı sunuyoruz.

Bu gün sizlere yeni bir yazı değil, içeriğini yeniden paylaşmak için daha önce yayınladığım bir yazımı sunuyorum;
İki yıl önce kutladığımız 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 100. Yılında çocukluğumuzdaki günler gibi meydanlara koşamamış olmanın burukluğunu yaşamıştık.

Fakat meydanlarda olmasak ta tek yürek olup balkonlarda, camlarda buluşmuş bayramı içimizde yaşatmış, bayraklarımızı asmış ve akşam saat 21.00 de hep bir ağızdan Bağımsızlık Marşımızı okumuştuk.

Zaman ne çabuk geçiyor. Bu yazıyı yazarken akşamdan ailece heyecanla hazırlandığımız çocukluğumun 23 Nisan  Bayramlarını da anımsıyorum.

Günlük gazetelere bakıyorum. Bir zamanların en çok okunan gazetelerinin yazarları bu Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na hiç değinmemişler!.  Cumhuriyet Gazetesi ise birçok yazar, Sözcü ile Yeniçağ da birkaç yazar bu önemli günü anlatmaya çalışmışlar.

Medyada ki bu suskunluk çok düşündürücü!

Bu bayramın ne kadar önemli olduğunu aylar önce şöyle yazmışım:

Çünkü; 23 Nisan 1920, Birinci Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı ve Türk halkının egemenliğini ilân ettiği tarihti. Bu konuda Atatürk:

“Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.” Demişti.

Çünkü; babadan oğula geçen 700 yıllık hanedanlık yerini, Yüce ulusun egemenliğine bırakılıyordu.

Çünkü; 23 Nisan, Türk Milleti'nin kendi geleceğini belirlediği, egemenliğin millet iradesine bırakıldığı ve milletin bağımsızlığını tüm dünyaya haykırdığı, Türk tarihinin önemli dönüm noktalarından birisiydi.

Çünkü; 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, dünya üzerinde benzeri bulunmayan ve çocuklara armağan edilen tek bayramdı.

Çünkü; 23 Nisan 1920; tarihte 1400 yıl sonra devlet hayatında ilk defa Türk isminin kullanılması anlamına geliyordu.

İlber Ortaylı bir yazısında bu hususu vurgulamıştı:

“TBMM’nin kendine has, bazı çarpıcı özellikleri olduğunu da kitabında şöyle dile getiriyor: “Yabancı dillerde devlet Türk imparatorluğu diye, coğrafi olarak vatanımız Türkiye diye anılmasına rağmen, devletimizin ismi ilk defa ‘Türkiye’ olarak zikredilmiştir. TBMM’nin 23 Nisan 1920’de kuruluşu, tarihte 1400 yıl sonra devlet hayatında ilk defa Türk isminin kullanılması anlamına da gelir.”

Bugün çifte bayram.

Hem egemenliğin ulusa bırakıldığı ve bağımsızlığımızın dünyaya haykırıldığı gün,

Ve hem de bu güzel bayramımızın yalnız çocuklarımıza değil tüm dünya çocuklarına armağan edildiği gün.

Hocamız Hıfzıf Veldet Velidedeoğlu 1989 yılında Cumhuriyet Gazetesinde şöyle diyordu; “11 Haziran 1989” tarihli yazısında: “Milli Güvenlik Kurulu Başkanı Evren, 23 Nisan 1920 tarihli Ulusal Egemenlik Bayramı’nı sadece bir çocuk bayramı sanmaktadır. (...) Sayın Evren ya ulusal egemenliğin önemini bilmiyordu ya da ulusal egemenliği önemsemiyordu...

Yukarıda görüldüğü gibi Giresun da 1936 yılında yayımlanan yerel bir gazete bu günün çifte bayram olduğunu çok güzel vurgulayan bir başlık atmış:

“23 Nisan, Türk Ulusunun Hakimiyeti Üzerinde Hiçbir Kayıt ve şart Tanımadığı Gündür” demiş ama sağ üst köşede de bugünün savaşlar nedeniyle kimsesiz kalan ve geleceğimiz olan çocuklara armağan edilişini unutmayarak;

“Çocuklar, Ulusal Hâkimiyetimizim İleri Akışıdır” demiş.

23 Nisan 1935’ten itibaren bir yandan “Hakimiyet-i Milliye Bayramı”, bir yandan Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin “Çocuk Bayramı” olarak kutlanıyordu.1972 ve 1979’da çıkarılan yönetmeliklerle iki bayram fiilen birleştirilmişti.

 12 Eylül 1980 tarihinde ise 23 Nisan bayramı kutlanacaktı ama iktidar demokratik yollarla ele geçirilmemişti ve TBMM de ortada yoktu yani ulusal egemenlik geçicide olsa askıya alınmıştı. Bu nedenle 17 Mart 1981’de çıkarılan bir kanunla bayramın adı “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” yapılmıştı.

Mustafa Kemal Atatürk, Çanakkale’ye gelen ve burada ölen işgal güçler askerleri ve yakınlarına 1934 yılında şu şekilde seslenmişti;

“Bu memleketin topraklarında kanlarını döken kahramanlar! Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

Böylesine evrensel ve tüm insanlığı kapsayan bir düşüncenin devamında kendi bayramını tüm ülke çocukları ile paylaşmak Türkiye’nin gurur duyması gereken bir olaydır.

Ulusal egemenlik, ulusun namusu, onuru ve gururudur.

Onların istismar edilmeleri, cinayetlere kurban gitmeleri, emeklerinin sömürülmeleri, eğitimlerinden yoksun bırakılmaları, sağlıklı beslenmemeleri ve sağlıklı bir çevrede yaşamamaları, savaşlar da sığınaklarda doğmaları, ülkelerinden koparılmaları bizleri üzmektedir.

Sanırım Siyah Orfe filmin de çocuklar Orfe’ye “Güneşi doğdura bilir misin” diye soruyorlardı.

Biz de Atatürk’ün önderliğinde doğan o güneşi bir şiirde denildiği gibi”çocukların gözlerinde” görmek istiyoruz.

Çocuklarımız umudumuzdur.  Yaşama sevincimizi çocuklarımıza yansıtalım ve bu güzel bayramın coşkusunu, onurunu, gururunu tadıyla yaşayalım çocuklarımıza da yaşatalım.

Bayramımız hepimiz e kutlu olsun.